ALP ER TUNGA ve ŞU DESTANI – Saka destanları

DESTANLARIMIZ VE EFSANELERİMİZ 2

SAKA  DESTANLARI

A – Alp Er Tunga destanı

B – Şu  destanı

———————————

A – Alp Er Tunga destanı

———————————

Sakalar / İskitler  denilince ( mö 9 yy / ms 250 ) akla gelen iki isim Alp Er Tunga ve   Tomris Hatun’dur.

Sakalar / İskitler  mö 770 yılında Tanrı dağları ile Hazar denizi arasında yaşadılar Batıda Tuna’ya kadar ilerlediler ve İskit adını aldılar .

Alp Er Tunga , mö 7. yy da yaşamış Saka / İskit imparatorudur .

Türk birliğini oluşturmuş , Saka / İskit’lere en görkemli zamanını yaşatmıştır .

Med Hükümdarı tarafından aldatılarak 626 yılında öldürülmüştür.

—–

Hakkındaki bilgilerin bir kaynağı İran ‘lı  Firdevsi’nin Şehname isimli eseridir .

İran – Turan / Saka  savaşları anlatılır .

—–

Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig / Mutluluk bilgisi  adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır.

‘’ Bu Türk beğlerinde adı belgülüg

Tunga Al Er irdi kutı belgülüg

Bedük bilgi birle öküş erdemi

Biliglig ukuşlug budun ködremi

Tajikler ayur anı Afrasyab

Bu Afrasyab tutdı iller talab

Tajikler bitimiş bitigde mum

Bitigde yok erse kim ukgay anı? ‘’

( İran’lılar Alp Er Tunga’ya ‘’ Afrasyab ‘’ diyorlar. )

—————————————–

Günümüz Türkçesi :

‘’ Bu Türk beğleri içinde adı belli,

Kut’u belli Alp Er Tunga,

Büyük ve erdemli bir hükümdardır.

Çok bilgili, meziyetli – yetenekli  bir büyüktür.

Tajikler / İranlılar  ona Afrasyab diyorlar.

Bu Afrasyab, baskın ve yağmalarla illeri / dünyayı tuttu.

Tajikler bunu kitapta yazmışlar.

Kitapta yok olsaydı , bunu kim anlardı? ‘’

Kaşgarlı Mahmut’un Divanı Lügatit Türk / Türk dillerinin divanı  adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu / ağıt vardır. Ve Efrasiyab’ın adı  Tolga Alper’dir .

Kaşgar , ordu şehirdir . Alp Er Tunga  burada oturmaktadır . Hanların oturduğu şehirdir.

Azerbaycan  bölgesinde şehirler kurmuştur . Kaz isimli kızına Kazvir şehrini yapar . Ölümü üzerine yakılan ağıt da divanda  yazılıdır.

—–                

Arap tarihçi Mesut ,Tunga’nın çok büyük bir Kağan olduğunu ve geniş topraklarda  egemenlğini  yazar .

Göktürkler , Karahanlı’lar , Uygurlar Alp Er Tunga’nın  Ataları olduğunu belirtmişlerdir . 

O yüksek bilgiye ve çok erdemlere sahip idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi,  zaten alemde zeki ve önsezişli  insan bu dünyaya hakim olur.

——

Saka / İskit  hükümdarı Tomris , Atası Alp Er Tunga’nın intikamını pers kıralı Çiros ‘u /  Kiros / Kirus ‘u  öldürerek alacaktır .

——-

Alp Er Tunga  öldü mü ,

Kötü dünya kaldı mı ,

Zaman öcün aldı mı

Artık yürek yırtılır .

—————————

Turan eller var olsun .

Tanrı , Türk’e yar olsun ….

———————————-

Alp Er Tunga Destanı‘nın tümü elimizde yoktur.

İran destanı  Şehname olmak üzere çeşitli kaynaklardan derlenen Alp Er Tunga destanının özeti şöyledir:

———————————-

Turan ile İran birbirine komşu ve düşman iki devlet idi. İran ülkesinin tahtında Minuçehr, Turan / Saka  ülkesinin tahtında ise Alp Er Tunga’nın babası Peşeng Kağan vardı.

İran hükümdarı Minuçehr ölünce, Kağan Peşeng oğlu Alp Er Tunga’ya şöyle dedi:

“ Bu İranlıların bize yapmadığı kötülük yoktur. Şimdi Türk’ün öç alma zamanı gelmiştir!”

Alp Er Tunga da bunu istiyordu.

“Arslanlarla bile çarpışacak güçteyim ve İran’dan öç alacağım” dedi.

Peşeng’in öbür oğlu Alp Arız, İranlılarla savaşmak yanlısı değildi. Fakat karar verildi ve Alp Er Tunga savaş hazırlığına başladı.

Alp Er Tunga arslan yeleli, servi boylu idi.

Saldırırken timsah kadar cesur, av avlarken erkek arslan gibi çevik, vuruşmada savaş fili kadar kuvvetliydi.

Yürüdüğü zaman yeri sarsıyor, ard arda attığı oklar vınlayarak göğü inletiyordu. O, hiddetlenip savaşa girecek olsa, ayak basıp toz kaldırdığı yerde ova, kandan bir ırmağa dönerdi.

Dostlarına umut veren, kut veren dili, düşmanları için keskin bir kılıç idi. Bilgelikte de ondan üstünü yoktu.

Yüreği derya kadar geniş, eli ise yağmur yağdıran bulut kadar cömertti. Babasının adı Peşeng, üçüncü göbekten Atasının soyu gibi adı da “Türk” idi.

Alp Er Tunga’nın oğulları ve kızları da vardı. Kızlarından birine kuğu  kadar güzel olduğu için Kaz adını vermişlerdi.  

Kızına  “  İle Suyu  ‘’ na akan büyük bir çayın kenarında bir kale-saray yaptırmıştı. Kaz, burada oynar-yüzerdi. Onun için Türkler bu suya “ Kaz Suyu ” dediler.

Kaz’ın oturduğu, oynaya oynaya büyüdüğü yer büyük bir şehir oldu. Bu şehre de ‘’ Kaz  Oynı  / Kaz Oyunu ‘’  adı verildi.

(Bugünkü Kazvin şehri)…

Alp Er Tunga ordusu ile İran üzerine yürüdü, iki ordu Dehistan bölgesinde karşılaştılar. Türk ordusundan Barman adlı bir yiğit, atını öne sürerek, teke tek dövüşmek için İranlılardan er diledi. Barman’ın karşısına İran kumandanının kardeşi Kubad çıktı, iki savaşçı sabahtan akşama kadar vuruştular. Sonunda Barman kargısı ile Kubad’ı devirdi ve Alp Er Tunga’nın yanına zaferle döndü.

Bundan sonra iki ordu birbirine girdi ve o güne kadar görülmemiş derecede şiddetli bir savaş oldu. Bu savaşı Alp Er Tunga kazandı.

Meydan, ölen İranlılarla doldu ve İran şahı geri çekilip  Dehistan  kalesine sığındı. Fakat Alp Er Tunga  kaleyi kuşattı ve sonunda İran  şahını tutsak etti.

Bundan sonra, İran’a bağlı Kabil ülkesinin, kahramanlığı ile ünlü padişahı Zal, İranlıların yardımına geldi, ani bir hücumla Türk ordusunu dağıttı.

Buna pek kızan Alp Er Tunga tutsak İran şahını öldürttü. Öbür tutsakları da öldürmesine kardeşi Alp Arız engel oldu. Tutsakları ‘’ Sarı ‘’ şehrine gönderdiler. Bu tutsakların kaçmasına engel olamadığı veya göz yumduğu için hiddetlenen Alp Er Tunga kardeşi Alp Arız’ı da öldürttü.

Alp Er Tunga yine galipti ve Rey şehrine giderek İran tacını da giymişti. İranlılar ise öldürülen padişahlarının yerine Zev’i getirmişti. İki ordu tekrar savaştılar. Savaş sırasında büyük bir kıtlık oldu. Bunun üzerine “savaş ve kıtlık insanlığı bitirmesin” diye, barış yaptılar, İran’ın kuzey eyaletleri Turan’ın / Saka / İskit’lerin  oldu.

İran padişahı Zev ölünce barış yine bozuldu ve Alp Er Tunga tekrar saldırıya geçti. İranlılar Zal’den yardım istediler. Zal artık kocadığı için kahramanlıkta kendisini aşan oğlu Rüstem’i gönderdi. Zaloğlu Rüstem ordusunun başında ilerleyerek Türkleri bozguna uğrattı ve İran tahtına Keykubad’ı çıkardı.

Rüstem, bir hücumda 1160 Türk kahramanını öldürdüğü için Türkler çekildiler ve barış imzalamak zorunda kaldılar.

Daha sonra İran tahtına Keykavus geçti. O sırada İran’ın egemenliğinde olan Araplar isyan ettiler. Bu kargaşalıktan yararlanan Alp Er Tunga İran içlerine daldı ve pek çok tutsak aldı. Fakat Kabil  şahı tekrar İran’ın yardımına geldi ve Türkler yenildi.

Bu savaştan sonra Zaloğlu Rüstem birliğini alıp Türklere ait avlakta dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga ordusunu tekrar harekete geçirdi. Fakat, kötü bir rüya görmüştü. Bunu yorumlattı ve beylerin de fikirlerini – düşüncelerini  alarak iran’la barış imzaladı. Bu anlaşma ile Buhara, Semerkand ve Çac şehirlerini İranlılara bırakıyordu.

Bu barışı istemeyen Keykavus, Rüstem’e ve oğlu Siyavuş’a  kötü  davranışlarda bulunarak onları küstürdü. Rüstem kendi ülkesine çekildi. Siyavuş ise Türklerin o zamanki  başkenti Gang şehrine giderek Alp Er Tunga’ya sığındı.

Siyavuş ,  kendini Türklere çok sevdirdi.

Başlangıçta bir Türk gibi hareket ediyordu. Burada Türk kahramanlarından biri olan Piran’ın kızı ile evlendi. Bu evlilikten bir oğlu oldu ve ona Keyhüsrev adını verdiler. Siyavuş, bir süre sonra Alp Er Tunga’nın güzel kızı Ferengis ile de evlendi. Ama  bir süre sonra Türk töresine uymamaya ve bazı siyasi girişimlere başlayınca Alp Er Tunga onu öldürttü.

Siyavuş’un ölümünden sonra Rüstem bir ordu toplayarak tekrar saldırıya geçti ve bu defa Türkler ağır bir yenilgiye uğradılar. Vuruşmalarda Alp Er Tunga’nın oğullarından Sarka da ölmüş, Turan’ın / Saka – İskitlerin  birçok şehri yakılmıştı.

Alp Er Tunga, Turan için kan ağladı ve öç almak için and – yemin içti. İran içlerine girerek ekinleri yaktı ve pek çok tutsak aldı. İranlılar yedi yıl süren kıtlıktan kırıldılar.

Artık, Alp Er Tunga ile Rüstem arasında savaş durup durup başlıyor, bazen Türkler, bazen İranlılar galip geliyordu. Bu savaşlardan birinde, ordusuyla Alp Er Tunga’nın emrine giren Çin Hakanını da esir almışlardı. Alp Er Tunga son savaşta yenilerek çekildi.

Bu sırada İran tahtında, Turan’dan kaçırarak getirdikleri Keyhüsrev vardı. Türklerin yenilmesiyle dünya Keyhüsrev’e kalmış bulunuyordu.  Türkler öç için fırsat buldukça akın ediyorlardı. Bunun üzerine Keyhüsrev İran’ın ünlü kahramanlarından Bijen’i  Turan’a gönderdi. Bijen, Turan sınırından içeri girince, ormanda, neşe içinde eğlenen kızlar gördü. Bu kızlar Alp Er Tunga’nın güzel kızı Menije’yi eğlendiriyorlardı. Bijen, Menije’yi görür görmez aşık oldu. Menije de onu sevdi ve Turan’a, kendi sarayına götürdü. Bunu öğrenen Alp Er Tunga çok kızdı. Bijen’i bir zindana hapsetti, kızını da kovdu.

İran şahı geri gelmeyen kumandanını bulup getirme görevini Rüstem’e verdi. Rüstem, tüccar kılığında Alp Er Tunga’nın sarayına kadar giderek hem Bijen’i kurtardı hem de Menije’yi kaçırıp İran’a gönderdi.

Rüstem bir defa daha galip gelmişti. Karluğa çekilen Alp Er Tunga beğlerini toplayıp şöyle dedi:

“Ben dünyaya hükmeden Kağanınızdım. Bugüne kadar İran Turan’a denk olmamıştı. Ama bugün İranlılar sarayıma kadar gelebiliyor. Bin kere bin kişiden oluşacak Türk ve Çin askerleriyle İran’a yürümeli, öcümü almalıyım!”

Alp Er Tunga, bin kere bin ordusunun üçte ikisini toplamıştı.

Beykent şehrindeki karargahında, altınlı ve mücevherli tahtında oturuyordu. Fakat artık iyice yaşlanmıştı. İleriye gönderdiği ordunun yenildiğini öğrenince çok üzüldü. Hele teke tek bir dövüşte gencecik oğlu Şide’nin de ölmesi, gönlünde onulmaz yaralar açtı. Emrindeki kuvvetleri alıp yürüdü. Kükremiş arslanlar gibi saldırıyordu. Çok kocamış olmasına rağmen İran’ın en ünlü pehlivanlarından birkaçını teke tek vuruşmada öldürdü.

Sonunda  Keyhüsrev ile Alp Er Tunga karşı karşıya geldiler. Alp Er Tunga Keyhüsrev’le teke tek dövüş isteğiyle atını ileri sürdü. Fakat Turan pehlivanları onun İran şahı ile dövüşmesini istemediler ve atının dizginini tutup geri getirdiler. Keyhüsrev en güçlü çağında olmasına rağmen Alp Er Tunga’dan çekinmiş, kocamış ve yaralı bir arslan olan Alp Er Tunga’nın vuruşmasına da beğleri izin vermemişti.

Bu durum Alp Er Tunga’ya pek ağır geldi. Ordusunu alıp Ceyhun ırmağının / Amuderya – savaş yapılan yerin ötesine geçti. Burada Kara Han’ın ordusu ile birleşip Buhara’ya, daha sonra da başkent Gang’a geldi.

Gang cennet gibi bir şehirdi. Toprağı mis kokulu, tuğlaları altındandı. Kalesi o kadar yüksekti ki üzerinden kartal bile uçamazdı. Her köşesinde pınarlar, havuzlar vardı. Ambarları yiyecek dolu idi. Havuzların eni ve boyu bir ok atımı kadar büyüktü. Burada oturup Çin hakanına mektup yazdı ve yardım bekledi.

Keyhüsrev ve Rüstem önce geri çekilir gibi yapmış, sonra derlenip Turan içlerine girmiş, Gang şehrini kuşatmışlardı. Kalenin çevresinde hendekler kazdılar. Buraya odun yığıp katran döktüler ve ateşe verdiler. Alp Er Tunga 200  Beği ile gizli yoldan çıkarak kurtuldu ve Çin hakanının yanına gitti. Çin hakanı büyük bir ordu hazırlamıştı. Bunu duyan Türkler de Alp Er Tunga’nın yanına gitmek için yollara düştüler.

Alp Er Tunga tekrar toparlandı ama Çin hakanı sözünde durmadı ve Keyhüsrev’le anlaşma imzaladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga Keyhüsrev’e bir mektup yazarak, insanlardan uzakta ve kendisinin beğeneceği bir yerde teke tek dövüş teklif etti. Fakat en güçlü çağında olan Keyhüsrev, ihtiyar arslan Alp Er Tunga ile teke tek dövüşe cesaret edemedi.

Ordusuz kalan Alp Er Tunga perişan bir halde Zere denizine geldi. Bu derin denizi geçerek Gangidizi şehrine ulaştı. Keyhüsrev büyük ordusu ile onu takip ediyordu. Alp Er Tunga yapayalnız kalmıştı. Yiyeceği, içeceği yoktu. Bir kaya dağında, bu dağın tepesindeki bir mağarada oturuyor, kara talihi için dövünüyor, Tanrı’dan güç kuvvet istiyordu.

Onun yakarışını duyan Hum adında biri, Alp Er Tunga olduğunu anlamıştı.

Çünkü bu Türkçe sözleri, böyle bir yakarışı ondan başkası söyleyemezdi.

Hemen saldırdı ve onu tutsak etti. Fakat Alp Er Tunga onun elinden kurtularak kendini suya attı. Su başında bulunanlar onu kurtarmak istediklerini söyleyerek hile yaptılar ve sudan çıkar çıkmaz öldürdüler.

(Tarih Keyhüsrev’in Alp Er Tunga’yı şölene davet edip hile ile öldürdüğünü söylüyor.)

Bu olay kısa zamanda her tarafta duyuldu ve Turan’ı mateme boğdu. Bütün Türkler kanlı gözyaşı dökerek, bağrışıp yakalarını yırtarak, sagular söyleyip yoğladılar.. yoğladılar.

Yoğ töreninde kopuz çalan ozanlar şu saguyu / ağıtı söylüyorlardı:

ALP ER TUNGA SAGUSU

 ağıtı

———————————

Alp Er Tunga öldi mü

Issız ajun kaldı mu

Ödlek öcün aldı mu

Emdi yürek yırtılur!Ödlek yırag közetti

Ogrı tuzak uzattı

Begler begin azıttı

Kaçsa kah kurtulur?Ulşıp eren börleyü

Yırtın yaka urlayu

Sıkrıp üni yurlayu

Sıgtap közi örtülürBegler atın argurup

Kadgu  anı turgurup

Mengzi yüzi sargarup

Korkum angar türtülür.Ödlek arıg kevredi

Yunçıg yavuz tavradı

Erdem yeme savradı

Ajun begi çertilür.Ödlek küni tavratur

Yalnguk küçin kevretir

Erdin ajun sevritür

Kaçsa takı ertilürBilge bögü yunçıdı

Ajun eti yençidi

Erdem eti tınçıdı

Yerge tegip sürtülür

Ögreyüki mındag ok

Mında adın tıldag ok

Atsa ajun ograp ok

Taglar başı kertilür

Könglüm içün örtedî

Yatmış başıg kartadı

Keçmiş ödük irtedi

Tün kün geçip irtelür.

—————————-

Günümüz Türkçesi :

—————————-

Alp Er Tunga öldü mü,

Kötü dünya kaldı mı,

Felek öcünü aldı mı,

Şimdi yürek yırtılır!Zaman fırsat gözetti

Gizli tuzak uzattı

Beyler beyini şaşırttı

Kaçsa nasıl kurtulur?Erler kurt gibi uluşur

Yaka yırtıp bağrışır

Yırlayıcı gibi inilder, ünler

Ağlamaktan gözü örtülür.Begler atlarını yordu

Kaygı onları durdurdu

Benizleri, yüzleri sarardı

Sanki safran dürtülür.Zaman fena gevşedi

Zayıf kötü davrandı

Erdemlik yine savıldı

Dünya beği yok olur.Zaman günü davrandırır

İnsanın gücünü gevşetir

Dünyanın erlerini azaltır

Kaçsa dahi ölüm erişir.Bilge, akıllı kötüleşti

Dünya onların etini de ısırdı

Erdemlik eti çürüdü

Yere düşüp sürtülür.

Zamanın göreneği böyle işte

Bunda başka sebep de var

Dünya gelip ok atsa

Dağlar başı kertilir.

Gönlüm ta içten yandı

Onulmuş yarayı kaşıdı

Geçmiş günleri aradı

Tün, gün geçer o aranır.

—–

Bilgi notu :

Bu anlatıda  İran’lıların  güçlü ve başarılı gösterilmesi görülmektedir !

İdris Kulaçoğlu …..

——————–

B – Şu  destanı

——————–

Mö.4 yy da Balasagun  yakınlarında yaşamış Saka Hükümdarı Şu ‘ nun destanıdır.

Mö. 330 – 327 yıllarında ki olayların anlatımıdır.

Oğuz boylarının ve Türkmenlerin  kökleri , Türkün su sevgisi , Kaman / Şaman inancından bilgi , Büyük İskender’in Asya seferi ve   toplumunu   can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmayı düşünen Saka Hakanı Şu’nun kaygılarını anlatan destanın özelliği , daha sonraki Türk destanlarında gelişecek olan ana fiziği ve süslemeleri önceden işlemesidir.

Destanın kısa da olsa bir özeti Divan-ı Lügat-it Türk’de kayıtlıdır.

Destanın   özeti

———————-

Şu Kalesi, Balasagun yakınlarında, genç bir Hakan olan Şu tarafından yapılmış bir kaleydi,  Hakan’ın sarayı Balasagun’da idi.

Kalede ve Balasagun’da, o çağların en güçlü, en büyük ordusu bulunuyordu. Şehir zengindi. Öyle ki, her gün, Şu Hakanın sarayının önünde, ordu beyleri için 365 nöbet vurulurdu.

Makedonya Kralı İskender ünlü Doğu seferine çıkmış, ön Asya’dan İran içlerine doğru önüne çıkan orduları yenmiş ülkesini ellerinden almıştı. İskender Semerkand’ı  geçip Türklerin yaşadığı ülkelere doğru ilerlemişti.

İskender’in, Balasagun’a ve Şu Kalesine doğru yaklaşmakta olduğunu, genç Hakan Şu’nun gözcüleri gelip haber verdiler.

Dediler ki:

” İskender denilen, gün batısından kopup gelen bir kral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne gelen ülkeleri dize getirmiş yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Savaşalım mı ? “

Genç Hakan, ordu habercilerini dinlemez gibi göründü. Çünkü çok daha önce, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş, Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsin diye göndermişti.

Yiğitler kimseye görünmeden, gizlice gidip Hucend Irmağının kıyılarına yerleştikleri için ordu habercileri durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri haberden, Hakanlarının  yerinden kımıldamadığını gördükleri için de şaşmışlardı.

Hakanın gönlü rahattı.

Hakan Şu’nun bir havuzu vardı, gümüştendi.

Bu işten çok iyi anlayan ustalara yaptırmıştı. Her yere taşınabilecek şekildeydi. Bunun için Hakan da gümüş havuzunu, sefere bile çıksa yanına alır, konakladıkları yerlerde içine su doldurtur, kazlar ve ördekleri su dolu gümüş havuza salar, onlarla oyalanırdı, eğlenirdi.

Kazların ve ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini seyretmek Hakan’ı dinlendirir, dinlenir iken seferle ve  milletinin geleceği ile ilgili  hazırlıkları yapardı.  

Haberciler geldikleri zaman yine gümüş havuzunda yüzen ördeklerle kazları seyredip dinleniyordu.

Habercilerin:

Nasıl buyurursunuz?

İskender ’le savaşalım mı ?

diye sorup buyruk / emir beklemeleri üzerine onlara havuzu, havuzda yüzen kazlarla ördekleri gösterdi.

Görüyor musunuz  kazlarla , ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp çıkıyorlar? dedi.

Haberciler, Hakanlarının bu sözünü garip karşıladılar. Ona kuşku ile baktılar. “Herhalde Hakanımızın hiç bir hazırlığı yok ne yapacağını bilemiyor.” diye düşündüler.

Ama o sırada, İskender, Hucend Irmağını geçmişti.

Vakit gece yansına geliyordu. Hucend Irmağının kıyılarında gözcülük yapıp devriye gezen genç Hakanın en güvendiği kırk yiğit yıldırım hızıyla atlanıp Şu kalesine geldiler ve gece vakti, İskender’in Hucend suyunu geçip Balasagun yolunda ilerlemekte olduğunu Şu’ya haber verdiler.

Daha önceki habercilerin haberlerini dinlerken kılı bile kıpırdamayan Hakan Şu, yiğitlerin sözü üzerine  gece yarısı göç davulunun çalınmasını emretti. Davulun çalınmasıyla birlikte, doğuya doğru hızla yola çıktı.

Bu durum halkı şaşırttı. Hakanın, gündüzün hiç bir hazırlıkta bulunmadan böyle gece vakti göçü başlatması üzerine korktular. Ellerine ne geçtiyse toplayıp, buldukları ata atlayan millet Hakanla birlikte yola düştü. Sabah olurken, şehirde hemen hemen biç kimse kalmamıştı; bomboş ve dümdüz bir ova görünüyordu.

Bütün milletin, Hakan Şu’nun ardından gitmiş olmasına rağmen, gece vakti binecek hiçbir şey bulamayan yirmi iki kişi, ne yapacağını bilemeden Şu kalesinde kalmışlardı.

Bu yirmi iki kişi, ne yapacaklannı düşünürken yanlarına iki kişi daha geldi. Kap kaçakları toplamışlar sırtlarına yüklenmişler, öyle taşıyorlardı. Yorgundular. Fakat pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi kişi, bu yeni gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi burada kalıp beklemelerini söylediler.

Ayrıca:

İskender dedikleri her kim ise, burada uzun zaman kalamaz , geldiği gibi geri dönüp gider. Burası bizim yurdumuz, yine bize kalır, diye ısrar ettiler.

Bu yüzden bu iki kişinin adı ‘’ KALAÇ ‘’  oldu kaldı. 

Bu iki kişiden olan çocuklar ve torunları  ‘’ KALACI ‘’  adıyla anıldılar.

Fakat bu iki kişi, öteki yirmi iki kişinin sözlerini dinlemedikleri, bırakıp gittikleri için İskender’in geldiğini görmediler.

İskender gelip de, uzun saçlı yirmi iki kişiyi görünce:

“Türk manend ” dedi.

Bunlar Türk’e benziyorlar. ” demişti.

Bu yüzden yirmi iki kişinin soylarının adı TÜRKMEN  olarak kaldı.

Giden iki kişi gittikleri için tamı tamına Türkmen sayılmadılar.

Yirmi dört boydan yirmi ikisi Türkmen, kalan ikisi Kalaç diye bilindi.

Şu Hakan ordusu ve yanındakiler Çin sınırına kadar yürümüşlerdi.

Çin’e yakın Uygur iline vardıklarında Şu, İskender’i artık karşılayabilecek durumda olduğunu, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğini, kendi ırkdaşları arasında bulunduğu için İskender’den daha güçlü bir duruma geldiğini düşündü.

Ve bir kısım askerini ayırarak, içlerinden en gençlerini seçerek İskender’in üstüne yolladı.

Veziri, gidenlerin hepsinin genç olduğunu, deneyimlerinin olmadığını ileri sürdü. Başaramazlarsa sonucun kötüye varacağını söyledi. Şu Hakan vezirine hak verdi ve yaşlı, deneyimli bir Subaşını askerleriyle birlikte gönderdi.

Bir zaman sonra İskender’in gönderdiği öncü birliklerle karşılaştılar.

Türk erleri, İskender’in öncü birliklerine bir gece baskını yaptı.

Çok kanlı bir baskındı bu, ölüm kalım meselesiydi.

İskender’in öncü birlikleri bozguna uğradı.

Türk erlerinden biri, İskender’in askerlerinden birini bir kılıçta ikiye bölmüş, askerin kemerine bağladığı altın dolu bir kemer parçalanarak içindeki altınlar yere saçılmış ve İskender’in askerinin kanıyla bulanmıştı.

Ertesi sabah güneş  ışıkları  bu kanlı altınları parıldattı. Bunu gören Türk erleri birbirlerine bakıp ” Altın Kan! –  Altın kan! ‘’ diye bağırıştılar. O günden bu yana, bu baskının yapıldığı yere yakın bulunan bir dağın adı Altun Han dağı oldu ve öyle söylenip geldi.

Baskından sonra Şu Hakan ile İskender bir daha savaşmadılar , barış yaptılar . Barışın sonu her iki taraf için de iyi sonuçlar verdi.

Birbiri ardınca şehirler yapılmaya başlandı .

Uygurlar ile öteki Türk toplumları şehirlere yerleşti.

Şu Hakan da Balasagun’a döndü. Şu kalesini sağlamlaştırdı , şehri geliştirdi. Bütün bunları yaptıktan sonra bir de tılsım koydu. Bu tılsım öyle bir tılsımdı ki her yanda duyuldu. Leylekler bu şehre geldikleri zaman tılsım yüzünden daha öteye geçemediler , şehri aşamadılar.

————————————–

Alp Er Tunga ve Şu destanlarımız hakkında bilgileri topladım , sadeleştirdim .

İdris Kulaçoğlu .

Reklam