Türk Mitolojisinde
( efsane – söylen biliminde )
Kozmoloji / evren bilimi
——————————-
Türkler’in varoluş ve uygarlık tarihi , günümüze kadar bulunan kurgan , höyük , mağara resim – yazıtları , anıtlar , taş yazıtlar ve bulgular ile ispatlanmıştır ki pek çok batılı , Arap tarihçiler ve bunlara uyan Türk yazarların iddia ettiği gibi iki ,üç bin yıl ile sınırlı değildir.
Varoluş tarihimiz düşünebilenden çok eskidir.
—-
Türkler’in her konuda çok ileri derecede kültür ve uygarlıklar yarattığını her fırsatta dile getiren Atatürk, Türkler’in gerçek tarihi ve kültürü ile ilgili ciddi araştırmalara girişmiştir.
—-
( Türklerin Ata kökenleri araması için Tahsin Beyi Meksika’ya yollamıştır.
Türk dil ve tarih kurumlarını oluşturmuştur.Bu kurumların gelecekte bağımlı olmamaları için İş bankasından pay vermiştir.
Ayrıca Naga Rahipleri ile uzun yıllarını geçiren James Curhward ‘ ın taş tabletler üzerinde yaptığı çalışmalarını topladığı Mu / Um kıtası ile ilgili 4 kitabını basımı sonrası getirtmiş , çevirisini yaptırıp özenle incelemiştir.) İdris Kulaçoğlu .
—-
Bu kitapları ve Tahsin beyin raporlarını inceleyen Atatürk, Türkler’in soyunun Mu / Um Kıtasına dayandığına hükmeder / karar verir.
—-
Ali Bektan bey , ‘’ Türkler ve uzaylı ataları ‘’ isimli kitabında ;
Türkler’in beş bin yıllık boy hayatından gelmediği aksine yüksek bir uygarlıktan , Mu / Um Uygarlığı’ndan geldiğini , bu uygarlığın da mö. 70.000 ile 200.000 yıl öncesine dayandığını ispatlamaya çalışıyor.
Mu / Um kıtası , mö 11 binli yıllarda yaşanan büyük çöküş sonrası yok olmuş ve üzerinde yaşayan ileri uygarlık seviyesindeki insanlar dünyaya yayılmışlardır .
Bunların arasında ilk Uygurlularda vardır .
—-
Bugünün Avrupalılarının Ataları mağaralarda yaşarken bizim Atalarımız uygarlıklar kuruyorlardı.
—-
Türk efsane – söylen bilimi incelendiğinde ;
* Özbek kaynak “ HAN – NAME ” ye göre ;
Cengiz Han´ın Alanko-a çadırında yatarken, pencereden birden parlak bir ay girmiş ve Alanko-a´yı gebe bırakmıştı. Ay, çadırdan girerken de, kadının gözlerine kurt ve aslan gibi birşeyler görünmüştü.
Yine aynı kaynağa göre, pencereden ay ışığına benzer bir ışık girmiş ve yine bu ışık aslan ve kurt şeklinde çıkıp gitmiş.
“ Han-name ”deki bu söylence “ Moğolların Gizli Tarihi ” ile uyumludur.
Bu kaynakta, yine Alanko-a gece çadırında yatarken, çadırın bacasından giren ay ışığı içinden, etrafa ışık saçan parlak, sarışın ve mavi gözlü bir adam girmiş, kadının karnını okşadıktan sonra, bir köpek şekline bürünerek, ay ışığı huzmesine tırmanarak gitmiş.
“ Han-name ” Özbek ve Türki bir kaynaktır, yörede önemsenen hayvanlar olarak aslan ve kurt dikkat çekerler.
—-
“ Moğolların Gizli Tarihi ” ise, proto – moğol / Ön – Moğol – Bin Kol kaynaklarından gelen bir mittir, Moğollar´ın köpek yani “ KÖPEK – ATA ” inancı belirginleşir.
Türk mitlerinde ay erkek, güneş dişidir, buna rağmen Türk mitlerinde Ay´dan gebe kalma söylenceleri azdır.
Alanko-a´nın gebe kalması olayını “ Moğolların Gizli Tarihi ”nin yazarı P. Pelliot şöyle anlatır;
—-
“ Sızan ışıktan girerek karnını okşuyor ve onun parlak ışığı karnının derinliklerine işliyordu. Çadırdan çıkarken de, güneş veya ayın huzmelerine tıpkı sarı bir köpek gibi tırmanarak çıkıyordu.
” Kırgızlar´ın Yaradılış Mitleri´nde yay, güneş ışığı ile ilgilidir, yay güneşe doğru atıldığında güneşin ışığı yayları tutar.
Altın-Bel Han´ın kız torunu güneşe çıktığında hemen gebe kalır.
Meryem Ana´nın gebe kalmasını hatırlatan bu kök-mit evrenseldir.
Her versiyonda / sürümünde – değişik türünde , dünya dışından gelen bir varlık vardır, kimi zaman ışık halinde, kimi zaman insan formundadır ama her şekilde de söylencenin kahramanı olan kadını muhakkak döller.
Yani dünyalı kadın, dünyadışı bir güç tarafından döllenmektedir. ‘’
—-
Proto / ön – Moğol mitlerinde bir kadının, gökten düşen bir dolu tanesini yuttuğu ve gebe kaldığı anlatılır.
Bu kadından türeyen toplum , kutsaldır.
Aynı efsane, antik Çin kaynaklarında da vardır.
(W. Eberhard ‘ın “ Çin´in Kuzey Komşuları ” ).
—-
Orta Asya mitolojisinin / efsane – söylence biliminin birçok yerinde gökten inen ışıklarla gebe kalan kadınlar yer alır.
Ama dolu tanesinden gebe kalma öyküsü çok azdır.
—-
Daha çok Altay kökenli , Tölös , Mundus ve Kaçkar-Mundus boylarında görülür.
—-
“ Cognat ” yani Moğollar´ın aile sistemi olan “ ANAERKİL ” sistemi (Türklerin aile sistemi babaerkildi ) ifade eden bir Altay miti şöyledir;
—-
“ Çok eskiden büyük bir savaş olmuş ve bir toplum yokolmuş. Kurtulan genç bir kız, kaçıp saklanmış. Gide gide kalabalık bir ve büyük bir ülkeye gelmiş, burada karşılaştığı bir adamla evlenmiş ama sonra kızın gebe olduğu anlaşılmış.
Kıza, kimden gebe kaldığı sorulmuş ama kız hiç bir zaman bir erkek tanımadığını ve evlenmediğini söylemiş ve anlatmış ;
‘’ Savaştan sonra ailemi kaybetmiş ve bozkıra doğru yürümeye başlamıştım, yiyecek arıyordum. O sırada büyük bir yağmur başladı, heryer sular altında kalınca sığınacak bir yer buldum. Sonra yağmur durdu ve yerde bir buz parçası gördüm, yağmurla beraber yere düşmüştü. Buz yuvarlanıp yanıma geldi, aldım ve elimle kırdım ve baktım ki içinde iki buğday tanesi var. Karnım çok açtı, buğday tanelerini ağzıma attım ve o anda karnımda garip şeyler hissettim sanki karnımda iki çocuk vardı. ‘’
Aradan zaman geçmiş ve kız zamanı gelince iki oğlan doğurmuş.
Ardından kocasından da bir oğlu olmuş.
Kadının kocası malını üç çocuk arasında eşit olarak bölüştürmüş.
Bir deve ile bir koç açıkta kalmış.
* Küçük oğlan, deveye sahip çıkmış ve onun soyuna ‘’ TÖLÖS ‘’ denmiş.
* Ortanca oğlan koçu almış , onun soyuna ‘’ KOÇKAR ‘’ denmiş .
* Baba en büyük oğlana da ; Senin baban bir buzdu , sen Buz-Han´ın nesli / soyu sayılırsın, senin adın da ‘’ MUNDUS ‘’ olsun demiş.
—-
Munduslar çok türemiş, Koçkarları bilen olmamış, Tölöslar ise yasalarda örnek olmuşlar.”
(B. Y. Vladimirtsof)
——————————
Astroloji / yıldız falcılığı
ve Türk Anıları
——————————
Küçük Ayı takım yıldızı, bir arabayı çeken iki kısrak olarak,
Büyük Ayı takım yıldızı ise yedi kurt olarak tanımlanıyor ve birer burç olarak yorumlanıyordu.
( Burç : Güneş sisteminin ayrıldığı 12 kısımdan biri. )
—-
Türk mitlerine / efsane – söylence bilimine göre, yedi kurt durmaksızın Küçük Ayı´nın iki kısrağını kovalıyorlar ama bir türlü yakalayamıyorlardı.
Yakaladıkları anda gök ve yer karışacak, kıyamet kopacaktı.
Türk Mitolojisinde burçların yer almaması bu nedenledir.
Güney Sibirya´daki Minusinsk´de derlenen Türk masallarında şöyle bir anlatım vardır;
—-
“ Oğlanın bindiği kısrak göğe uçar ve Han yedi kurduna kısrağı kovalamak için emir verir.”
—-
Bir diğerinde ise, kısrağı yakalamak için 12 kurda emir verilir.
Bunları astronomik / gök bilimi ve astrolojik / yıldız bilimi simgelerdir.
—-
SARATAN / Yengeç Burcu, yaz başı yani Haziran ayına raslar, Türk mitlerine göre, bu dönemde ısınan güneş ısısı ile toprağı ve suyu pişirmiş ve bu şekilde de Türkler´in ERKEK ATASI olan AY ATA türemişti.
—-
Klasik Astroloji´de Yengeç Burcu´nun Ay ile yakın ilişkisi vardır.
Ağustos ayının ikinci yarısında ise, SÜMBÜL yani BAŞAK burcu başlar, güneş yine sıcaktır ama ısısı artık azalmaktadır.
Serinlikle beraber, Türkler´in KADIN ATALAR ´ı türediler.
—-
Yani ERKEK ısınan güneşle, KADIN ise soğuyan güneşle oluştular.
—-
Erkekle Kadının karakterleri , güneş ısısının durumuna göre değişir.
—-
Eski Türkler, dünyanın eskiden çok daha hızlı döndüğünü ve bu yüzden de havaların çok daha sıcak olduğuna inanırlardı .
(Sibirya Vogul Miti).
—-
Astroloji´nin dört ama elementi Ateş – Hava – Toprak – Su , Altay ve Sibirya mitlerinde pek görülmez, ilk kez Uygur döneminde ortaya çıkmıştır.
Karahanlılar , dört elementi gökteki burçlar gibi üçerden on ikiye ayırmışlardı;
“ Üçü ateş , üçü su , üçü oldu yel / rüzgar , üçü oldu toprak , dünya oldu. ”
—-
Türk mitlerinde astroloji , birçok kültün / tapma – tapınma – törenin aksine, geri plandadır. Bunun nedeni güneşe ve aya öncelik verilmesidir.
Uzaysal döllenmeler mi ?
—-
Ergenekon Miti´ne göre kehanet / önceden bilme ve Yecüc Seddi Mitolojisi :
Hunlar, Kafkas Dağları´nda bulunan geçit kapının kuzeyinde oturuyorlardı.
Büyük İskender, Hunlar güneye inmesinler diye, ordusunu alarak, Doğu Anadolu´ya gelir, Muşaş Dağı´nı aşar (Ağrı ?), Dağın ardında dağlarla çevrili büyük bir ova vardır.
İskender hayret eder / şaşırır , oradakiler bu dağlara hiçbir insanoğlunun çıkamadığını söylerler, dağların ardında Nuh Peygamber´in oğlu Yafes´un soyu yaşamaktadır. Bunun üzerine İskender, bu toplumların geçememesi için dev bir kapı yapılmasını emreder.
Üç bin demirci, üç bin bakır ustası toplanır ve kapıyı yaparlar.
Kapı Daryal Geçidi´ne konur.
—-
( Bilgi notum :
Eski doğu ile eski batı arasında adeta bir köprü olan Anadolu’nun giriş kısmını meydana getiren Kafkasya bölgesi, tarihte askeri açıdan çok önemli bir bölgedir.
Kuzey Kafkasya’yı Güney Kafkasya’ya bağlayan doğal geçitler vardır.
Buradan gelip geçen toplumlar tarafından da tarihi süreçte Kavimler / toplumlar Kapısı olarak adlandırılmışlardır.
Bu geçitlere yaygın olarak “ Bab-ül Alan / Alan kapısı ” da denilmektedir.
Kafkasya’nın iki önemli ve her zaman açık olan geçidi vardır.
DARYAL ve DERBENT geçitleri .
—
Daryal geçidinin deniz seviyesinden yüksekliği 2379 metredir.
Vladikafkas’ı Tiflis’e bağlayan ve Rusların ” Gürcü Askeri Yolu ” dedikleri yol da bu geçitten geçer. Yol aynı geçitte akmakta olan Terek Nehri’nin ana kolunu takip eder. Bu geçit Kafkasya’yı siyasi, askeri ve hatta sosyal / toplumsal yönlerden iki ana parçaya ayırır.
—
Derbent geçidi , şimdiki Azerbaycan Cumhuriyeti ile Dağıstan Özerk Cumhuriyeti arasında bir dağ geçididir. Eski kaynaklarda Hun Geçidi olarak geçer.
Orhun Abidelerinde “ Temir kapıg / Demirkapı ” ismi vardır..
Demir Kapı ismi, Dede Korkut kitabının çeşitli yerlerinde de “ Derbent Geçidi ” ile bağlantılı olarak geçer ) İ.Kulaçoğlu .
—-
Ama İskender bir gün bu kapının da yetersiz kalacağını bilmektedir ve kapıya bir kitabe / yazıt koydurur;
“ Bir gün gelecek ki, Hunlar bu kapıyı aşıp, İran ve Roma ülkelerini ele geçirecekler. 927 yıl sonra oturdukları yerden çıkıp, yeryüzüne yayılacaklar. Dünya daha önce olduğu gibi, onların Atlarının ayakları altında titreyecektir. Kapının yapılışından 950 yıl sonra, Hun Kralı buradan geçecek ve Tanrı´nın emri ile bütün dünyayı kontrol altına alacaktır.”
—-
Bir diğer kaynağa göre ise ;
Kapılar devrilecek ve denizdeki kum taneleri kadar çok, gökteki yıldızlar kadar kalabalık bir ordu gelecek ve yeryüzünün her yanını ele geçirecektir, bunların arasında Hunlar da vardır.
Bu örnekte, büyük olasılıkla kastedilen güç Çin olmalıdır.
İlginç olan ise, öngörüdür.
—-
Cüveyni´ye ( 1028 / 1085 ) göre ;
‘’ Uygurlar´ın Türeyiş Miti ‘’ nde , Uygurlar türedikten 500 yıl sonra, başlarına Bögü Han´ın geçtiğini, adının büyük bir kuyuya ve bir de kayaya verildiğini, orada şimdi Mawu-Balıg denen büyük bir şehrin bulunduğunu yazar.
—-
Şehrin dışındaki kayaların üzerinde bir saray resmi, altında bir kuyu, kuyunun ağzında da büyük bir taş levha vardır.
Cüveyni, bunları kendisinin gördüğünü ve Ögedey Kağan ( 1186 / 1241) zamanında kayaların kazıldığını belirtir. Taş levhanın üzerinde yazılar vardır ama kimse okuyamaz, sonunda yazıların Hıtay´da yaşayan bir toplumdan gelen Garip adlı kimselere ait olduğu anlaşılır; levhada şunlar yazılıdır;
—-
“ Karakurum yakınlarında iki nehir vardı (Selenge ve Toğla), aralarında ise bilinmeyen ağaç.
Bir gün iki ağacın arasına gökten bir ışık indi ve dağlar büyümeye başladılar.
Halk hayretler içinde kaldı ve oraya gittiler.
Yaklaştıklarında kulaklarına çok güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı.
Buraya her gece bir ışık iniyor ve çevresinde otuz defa şimşek çakıyordu.
Sonra aynı yerde beş ayrı çadır gördüler, her birisinde bir çocuk vardı, her çocuğun karşısında yetecek kadar süt dolu emzikler asılıydı ve çadırın tabanı tamamen gümüş kaplıydı.
Herkes diz çöküp, selam verdi. Sonra çocukları alıp gittiler, çocuklar hemen büyüyüp konuştular ve ağaçların yanına gittiklerinde ağaçlar onlarla konuştu… Çocuklardan birisinin adı BÖGÜ TİGİN ve Han seçildi…
Bögü Han bir gece uyurken, beyazlar giymiş bir ihtiyar gördü, ihtiyar ona çam kozalağı büyüklüğünde bir yeşim taşı / Ya Da taşı vererek şöyle dedi ;
—-
‘’ Eğer bu taşı koruyabilirsen, dünyanın dört köşesi, hep senin emrin altında olacak. ‘’
—-
Aynı rüyayı Han´ın veziri de görmüştü, ertesi gün toplandılar ve göçmeye karar vererek Türkistan sınırına vardılar.
O kadar ileri gittiler ki, insana benzeyen garip yaratıklarla karşılaştılar.
Bunların elleri ve ayakları hayvan gibiydi, o zaman bundan sonrasında insanların olmadığına karar vererek geri döndüler.”
(Cüveyni, Tarihi Cihan Guşa)
—-
Oğuz Destanı ve UFO´sal olaylar / görüngüler ;
“ Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarırken, birden karanlık bastı, bir ışık düştü gökten!
Öyle bir ışık indi, parlaktı aydan ve güneşten!
Oğuz Kağan yürüdü ışığın yakınına, ortasında bir kızın oturduğunu gördü !
Bir ben vardı başında , ateş gibi ışığı , çok güzel bir kızdı bu, sanki Kutup Yıldızı. Oğuz kızı görünce, aklı gitti beyninden, kıza vuruldu birden, sevdi kızı gönlünden, kızla gerdeğe girdi, aldı dilediğinden…”
(Oğuz Destanı: 35-41)
—-
” Oğuz yolda giderken, ağzında kaldı eli, çok büyük bir ev gördü, gümüşten pencereli, duvarları altından. çatısı demirdendi, anahtarı yoktu, kapalıydı kapısı…” (Oğuz Destanı: 127-128)
—-
”Çok karanlık bir geceydi, birden parlak ay çıktı, çok karanlık bir gündü. birden bir güneş çıktı…”
(Manas Destanı; Manas´ın ölüp dirilmesi)
—-
Gök renkliler, kızıl ağızlılar :
Oğuz Destanında Oğuz Han´a zaman zaman kılavuzluk eden / yol gösteren ve Tanrı tarafından gönderilen kutsal kurttan söz edilirken,
“ GÖK TÜYLÜ , GÖK YELELİ ” tanımı yapılır.
—-
Türk Mitolojisinde ve inançlarında gök rengi, örneğin gök renkli sakallı yaşlılar tanımı bilgeliği ve deneyimi simgeler.
Yani gök renkliler, kutsal veya ermiş kişilerdir.
Kırgızlar´da Hızır, “ GÖK SAKALLI ” olarak tanımlanır.
Birdenbire ortaya çıkan ve aniden kaybolan ihtiyar gök sakallılar vardır, bunlara Tanrının elçileri veya Tanrı denir.
Oğuz Destanının Uygur şeklinde :
Oğuz´un ağaçtan çıkan ikinci karısının gözleri gökten daha gök rengidir.
Buna karşın, Türkler´de gök rengi sadece mavi anlamına gelmiyordu, Türkler yeşile de gök rengi diyorlardı.
—-
Gök yeleli kurt deyimi, göksel kaynağı ve bilgeliği simgeliyordu.
—-
* Çin kaynaklarında ise, kızıl yüzlü olarak tanımlanan kişiler, büyük mit kahramanlarıdırlar.
* Uygurca Oğuz Destanı´nda, Oğuz´un gözleri al, ağzı ateş rengidir yani kızıldır.
* Manas Destanı´nda Manas doğduğunda, kızıl gözlü, gök yüzlü olarak anlatılır.
* Altay mitlerinin birçok yerinde, gözlerinden ateşler çıkan kutsal çocuklardan söz edilir.
* Sibirya mitlerinde de, gözleri ateşli, göğüsleri alev alev yanan çocuklar vardır.
Bir mitte Ak Han adlı bir Han çıplak bir çocuğa raslar, çocuk Han´a yaklaşır ve Tanrı´nın kendisini ona yolladığını ve evlatlık olarak almasını ister. Sonra çocuğun ağzından alevler çıkmaya başlar ve alevler bulutları yakmaya başlarlar ve Han korkarak kaçar.
—-
* Köpek insanlar ve devler Oğuz Han, kuzeydeki Karanlıklar Ülkesinde yaşayan
Kıl – Barak toplumuna karşı savaşmaya karar verir, orada yaşayan erkeklerin yüzleri köpek gibidir ama kadınları çok güzeldir.
Oğuz Han Baraklar´la savaşır ve ardarda yenilir.
Çare olarak askerlerini gizli bir yoldan Barak ülkesine yollar ve Barak kadınları Oğuz askerlerinin güzelliklerine dayanamayarak birleşirler ve Oğuz Han´da bu yoldan Barak ülkesine sahip olur.
—-
Köpek başlı insanlarla ilgili mitler (Kyno-Kephaloi), Eski Mısır´da da önemli bir yer tutar.
Mısır´da bunları “ ANİ ” denir ve Ay Tanrısına kurban edilirlerdi.
Renkleri siyahtı, , başları köpek gibiydi, dişleri köpek dişine, elleri köpek pençesine benziyordu. Dilleri yoktu ama insanların söylediklerini anlıyorlardı.Samanlarda yatıyorlar, 200 seneye kadar yaşıyorlardı.
—-
* Benzer mitlere Hindistan´da raslanır, Ariler´de köpek kutsaldır ve köpek başlı insanlar Hindistan´ın soyluları olarak kabul edilirler.
* İbni Battuta´da ;
Çin Hindi´ndeki adalarda yaşayan köpek başlı insanları anlatır, bunların da kadınları çok güzeldir. Burada Battuta´nın da Oğuz Destanı´ndan etkilendiği görülür.
* Avrupa mitlerinde ise ;
Batı ve Kuzeybatıda yaşayan köpek başlı BORUS ‘lardan söz edilir.
Uzmanlara göre Borus, Prusya´dır.
Oğuz Destanında Han´ın, kuzeye gittiği anlatılır, öyleyse aynı toplumdan söz edildiği düşünülebilir.
* Eski Yunan ve Bizans tarihçileri de ;
Köpek başlı kuzey toplumlarından söz ederler, bunlar insan sesi yerine, köpek gibi havlamaktadırlar.
* Eski Çağ coğrafyacılarına göre dünyanın bittiği yerde büyük bir okyanus başlar ve bu okyanusun kıyısında da köpek başlı insanlar yaşamaktadırlar.
** Kurt, Hun Türkler´inin ve devamının herşeyi ve kudret / yapabilme kuvveti simgesidir.
Buna karşın Proto-Moğollar´da özellikle de Wu – Huanlar´da köpeğe saygı gösterilirdi. Köpek genel olarak dişidir.
* Tibetliler soylarının köpekten geldiğine inanırlar, köpeğe saygı gösterilir, el sürülmez , öldürülmez ve tabudur / dokunulması – kullanılması yasak olan inançtır.
* Çin kaynaklarına göre :
Çin´in Kuzeydoğusunda köpek – barbarlar / yabancılar yaşarlar ve kendilerinin iki beyaz köpekten geldiğine inanarak, saygı gösterirler.
Kafatası kişilikli ve domuz başlı dünya dışı yaratıklardır.
* Bir Moğol toplumu olan KİTAN ‘ ların mitlerinde çadırlarda raslanan insan kafataslarından, harpte koruyucu domuz başlarından söz edilir, bunlar Kitanlar´ın Atalarıdırlar.
KİTAN ‘ ların Ataları 3 e ayrılır;
—-
1 – Birincisi Ata ,kafatası şeklindedir, keçe bir çadırda saklanır ve halka hiç görünmez, kimse çadırından içeri giremez. Önemli bir olay olduğunda beyaz bir at ve boz bir öküz kurban edilir. O zaman çadırdaki Ata , şekil değiştirip insan şeklinde görünür ve sonra yine çadıra dönüp kafatası olur.
2 – İkinci Ata , yaban domuzu başlıdır, o da çadırda yaşar, domuz derileri giyer ve önemli durumlarda ortaya çıkar ve bir gün karısı domuz derisi giysisini çaldığı için bir daha görünmez.
3 – Üçüncü Atanın 20 koyunu vardır ve her gün 19´unu yer ama ertesi gün koyunların sayısı yine yirmidir ve böylece yaşayıp gider.
—————————-
Koca kulaklılar kimdi ?
—————————-
Devler de sık raslanan sıradışı yaratıklardır;
Ilaman Boyu´nun Atalarını anlatan ER – TÖŞTÜK masalında devler kulaklarının büyüklüğü ile tanımlanırlar.
Han-name´de Karn-ül Bakar Dağı´ndan çıkıp Oğuz Han´a saldıran Yecüc Mecüc halkının kulakları o kadar büyüktür ki, savaşırken kanatlarına sarılırlar ve ok işlemez.
Ayrıca, kulaklarından birini altına döşek gibi, diğerini de üzerine yorgan gibi serip yatan toplumlardan söz edilir.
(İ. H. Danişment; “ Türklerle, Hint-Avrupalılar´ın Kök Birliği ” )
—-
Gök katları ve Türkler´de tek Tanrı inancı göre ;
En yukarda gök, onun altında Kağan yani Hakan, onun altında insanlar, insanların altında da yer vardı.
Bu dört kat birbirlerinin üzerinde değildiler, aralarında mesafe bulunuyordu.
Bu inanç, gök dinidir ve mö. 10. yüzyıl´dan sonra Çin´deki Chuo Sülalesi´nde de görülür.
Aynı gök katları inancına, Göktürkler´de de raslanır.
Göktürk yazıtlarına göre, Tanrı Türk milleti varolsun diye İlteriş Kağan´la eşini tepelerinden tutup, “ Yukarı ” ya götürmüştür.
—-
Eski Türkler gökle yer arasında sürekli bir savaşa inanmazlar, ikisini bir bütün olarak görürlerdi.
—-
Göğün Tanrısal , yerin Şeytani olduğu inancı Türk inançlarına sonradan Kaman inancı / Şamanizm dönemlerinde girmiştir.
Çok sonralarda yaşayan Cengiz Han bile, Camuka ve Toğrıl Han´a;
—
“GÖK VE YERİN YARDIMIYLA KUVVETİM ARTTI . ‘’ der.
—-
Bir Altay masalında, iki silahşörden birisi ötekine;
—-
“Ne göğe, ne de yere dua et, yararı yok…” der.
———
Özet
olarak
———
Türk Dini´nde GÖK iyi ruhların, YER ‘ de kötü ruhların barındıkları birer yer değildir yani EVREN bir BÜTÜN dür.
—-
İran mitlerinde Yaradılış dört çağa ayrılır, aydınlık ve karanlık kuramları başlangıçta vardır.
Yaratan ve daha üst bir kudret / kuvvet olan Tanrı yoktur. Varoluş 12.000 yıllıktır ve dörde ayrılır, her çağ 3.000´er yıldır.
1 – Birinci çağ, bir RUH ALEMİ dir.
Her şey ruhtur, hareket ve düşünce yoktur (Eflatun´un İdealar´ı gibi…), bu dönemde iyilik Tanrısı HÜRMÜZ ile kötülük Tanrısı EHRİMAN savaşırlar.
Türk Mitolojisinde karşıt olarak ÜLGEN ve ERLİK vardır ama İran´da olduğu gibi eşit değildirler.
Ülgen daha güçlüdür ve Erlik´i cezalandırır.
—
2 – İkinci çağ YARATILIŞ ÇAĞI ‘dır.
Hürmüz sırasıyla, melekleri, göğü, suyu, yeryüzünü, bitkileri, hayvanları ve de insanı yaratır.
Altay destanlarında insan , Erlik´in ta kendisidir.
—
3 – Üçüncü çağ, İran´da iki büyük gücün SAVAŞ DÖNEMİ dir.
Altay Türk mitlerinde ise Adem ve Havva öyküsü buraya girer.
—
4 – Dördüncü çağ ise BU GÜN dür .
—-
Belirgin olarak örneklenirse Yakut Türkleri´nin Yaratılış Mitindeki Tanrısal tanımlama dikkat çekmektedir;
Beyaz Yaratıcı, diğer yaratıcı ruhların çok üstündedir, büyük bir varlık ve iyi bir ruhtur, evreni o yaratmıştır, dünyayı o idare eder, insanlara yaratıcı gücü ve çocukları verir, toprağın verimli olmasını sağlar, insanlara can verir.
—-
Ama bu büyük Yaratıcı, diğer küçük Tanrılar gibi insanların özel işlerine karışmaz, onların zengin olmaları için etkide bulunmaz, şahsi / kişisel dilekleri dinlemez ancak bazılarını çaresiz ölümlerden kurtarır ama bu yardımı ancak büyük efsane kahramanlarına yapar.
—-
( İnsan , kulluk yapmazdı .
İyi veya kötü olmayı kendisi seçerdi .
Öz ‘ e , kavuşmasına ölümü sonrası toplanan tanıdıkları karar verirdi . Toplumuna yararlı bir kişi kararı çıkarsa yakılır ve ruhu ÖZ’e kavuşur , toplumuna yararsız bir kişi kararı çıkarsa toprağa gömülür ve ÖZ’üne kavuşamazdı . ATEŞ KÜLTÜ anlayışı . ) İdris Kulaçoğlu .
—-
Kısacası Eski Türkler´de Tanrı BİR ve TEK idi ve onun altında gücü daha az olan tanrısallar vardı…
—-
Yaradılış ile ilgili çeşitli Türk mitlerinin içersinde en ilginç ve belki de çarpıcı olanı Altaylar´daki Kara Orman Tatarları´nın mitidir;
—-
“ Çok eski zamanlarda Payana insana benzer birşey yapmıştı ama ona can vermek için ruh bulamamıştı.
Ruhu gökte arayıp, bulacaktı. Yola çıkmadan önce, köpeğini insan şeklinin yanına koydu ve ona, gelen olursa havlayıp, haber vermesini söyledi.
O çağda köpek tüysüzdü. Payana gittikten sonra Şeytan göründü ve köpeğe insan şeklini verirse , ona altın tüyler vereceğini söyledi. Köpek buna kandı ve insanı şeytana verdi. Erlik insanı eline aldı ve her tarafına tükürdü.
Bu sırada Tanrı Payana ruh vermek için geri gelince, Şeytan Erlik hemen oradan kaçtı. Payana baktı ki, kendi yaptığı insan tükürük içinde kalmış ve kirlenmişti, ne yaptıysa temizleyemedi, baktı ki olmuyor tersine yüzüne çevirdi ve bu yüzden insanın içi şeytanın tükürüğü ile dolu kaldı.
Payana köpeğe kızdı ve dövdü ve daima kalmaya mahkum etti / cezalandırdı.”
—-
( Kur’an – da ki anlatının benzeri .
Yaratan , insanı ve eşini yarattı . Onlara ;
‘’ Cennetteki her şeye dokunun ama şu ağaca dokunmayın ve Şeytanı dinlemeyin ! ‘’ dedi .
Şeytan onlara üreme organları açılsın diye bilinçli olarak kuruntu verdi .
Yaratan’larının uyarısını unuttular ve dokundular .
Üreme organları açılınca , birbirlerinden utandılar .
Yaratan ;
‘’ Beni dinlemediniz öyleyse dünyaya birbirinize düşman olarak gidin ! ’’ dedi .)
İdris Kulaçoğlu .
———
Kaynak
———
Wikipedia
Ali Bektan . Türkler ve Uzaylı Ataları Kitabı 3.cilt sayfa 684
http://kosmosmacerasi.com/v1/2015/06/turkler-ve-uzayli-atalari/
—-
Sadeleştirme ve bilgi eklemeleri yaptım .
Konuya ilgisi olan arkadaşlarım , dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz .
İdris Kulaçoğlu . 27 .11.2018 çalışma odam .