Ok ve yay, tarih öncesi devirlerden beri savaş aleti olarak kullanılmış ve pek çok toplum tarafından gücün / kuvvetin sembolü – simgesi olarak görülmüştür.
Okçuluk en gelişmiş konumuna Orta Asya bozkır toplumları ile ulaşmıştır.
Hiç şüphesiz bu durumun oluşmasında Türklerin karakteristik özellikleri etkili olmuştur
Türkler de harp sanatı ve savaş strateji / uygulamaları ve teknikleri konusunda öne çıkmışlardır.
Siyasi ve askeri başarılar da bu durumun en açık göstergesi olmuştur.
—-
Türkler için sınırları korumanın ve hayatta kalmanın yolu, küçük yaşta başlayan sağlam bir askeri eğitim ve terbiyeden geçerdi.
Kız ve erkek çocukları arasında ayrım yapılmadan daha küçük yaştan itibaren / başlayarak koyuna binerek ok ve yay ile hayvan avlamaları ve tören – eğlencelerde binicilik ve ok atma etkinlikleri bunun en belirgin göstergelerinden birisidir.
Türklerin her zaman için savaşa hazır olması “ ORDU – MİLLET ‘’ anlayışını oluşturmuştur.
—-
Ok ve yayın sağladığı üstünlükle birçok bozkır kavmi / toplumu geniş topraklara yayılmış ve buralarda uzun yıllar hakimiyet / egemenlik kurmuşlardır.
Türkler , tarih sahnesinde var oldukları andan başlayarak okçuluk konusunda ileri seviyededirler .
At üzerinde dörtnala giderken geri dönerek ok atmaları ile tanınan bu kavim / toplum , hem bu zor atıştaki üstünlüğü hem de -doğulu ve batılı kaynaklar ile arkeolojik bulguların doğruladığı üzere- silah yapımındaki ustalıkları ile şöhret kazanmışlardır.
At üzerinde sağa ve sola kolayca dönüp atış yapabilmek için yay uzunluğunu kısaltmışlardır.
( Türklerde yay yapımı bir yıla yakın zaman alıyordu. Kısa yaylar büyük üstünlük sağlıyordu. ) İ.Kulaçoğlu.
İskit okçularının şöhreti / ünü Atina’ya kadar ulaşmış ve mö. 5. asırda şehrin güvenliği onlara bırakılmıştır. İskitlerin kullandığı yaylar, at üzerinde kullanım kolaylığı sağlaması açısından ortalama bir metre civarında olup ahşap, kemik, boynuz, sinir ve tutkaldan oluşuyordu.
—-
Uçlarının bronz kaplamalı demirden yapıldığı okları ise ekseriyetle / çoğunlukla Hu / Huş ağacından yapılır ve uzunlukları 60-80 cm. arasında değişirdi. Buna ilaveten / ek olarak İskit okçuları, tirkeşlerinde (ok kuburu – ok konulan – sadak ) 50 ila 200 arasında ok taşır, hatta yanlarında yaklaşık 400-500 ok alabilen özel tirkeşler bulundururlardı.
Türkler at üzerinde hareketli iken dört yöne ok atabilmekteydiler. Düz ve çengelli ok uçları (temren) kullanmışlar, çok iyi kement atmışlardır.
Türk askerleri oklarını özel kılıflarında korumuşlardır. Sadaklar iki çeşittir. Kapalı olanlarda, oklar kılıfın içine doğru yerleştirilmiştir. Bir de açık cepli kılıflar vardır. Bu ok kılıflarında okların uç kısmı yukarıya doğru yerleştirilmiştir. Ok kılıfı okçunun kemerine takılmıştır. Sağ tarafta bazen de kemere takılarak sırtta taşınmıştır.
—-
Orta Asya kavimlerini / toplumlarını ilk defa tek bir bayrak altında toplayarak siyasi birliği sağlayan Asya Hun İmparatorluğudevrinde (M.Ö. 221- M.S. 439) Mete Han (ö. M.Ö. 174) ile birlikte Türk ok ve yayları, daha sonraları adından çokça söz ettirecek bir efsane haline gelmiştir.
Bu devirde Çin İmparatorluğu’na gönderilen mektuplarda Hun Birliği
“ YAY ÇEKEN TOPLUMLAR ” olarak anlatılmış ve Hunların silahları kullanmadaki maharetleri – becerileri – yetenekleri vurgulanmıştır.
Bu dönemdeki okçuluk tarihi ile ilgili önemli bir gelişmeyi de, Mete Han’ın
“ ISLIK ÇALAN ” yahut “ SES – VIZILTI ÇIKARTAN ” oku icat ederek Türk Okçuluğu’na yeni bir ok türünü kazandırmasıdır.
Düşman askerleri üzerinde korku yaratmak ve savaş konumunu bozmak / pisikolojik etki altında bırakmak amaçlı kullanılır.
Daha sonraları “ ÇAVUŞ OKU ” diye anılarak çoğu zaman işaret vermek ve yön göstermek amacıyla kullanılmıştır. Ok yapımında ise İskitlerden gelen gelenek devam ettirilerek Hu / Huş ağacı kullanılmıştır.
—-
Hunların Avrupa’daki kolları olanAvrupa Hunları (374 – 469) devrinde, temel silah olarak ok ve yay kullanılmış ve Avrupa Hunları’nın daha Balamir devrinde ( 374 / bilinmiyor )kısa sürede büyük başarılar göstermeleri ok ve yay kullanımındaki becerilerine bağlanmıştır.
Bu başarıda ok ve yayın kullanımı kadar bu silahların imalinde / üretiminde kullanılan usul / yöntem de etkili olmuştur.
Hun tipi yay yapım usulü İngiltere’ye kadar yayılmış ve burada gerçekleştirilen kazılarda Hun tipinde bir yay imalathanesine / üretim yerlerine rastlanmıştır. Kaynaklarda bu devirde pek çok yay ustasının olduğu ve yayların babadan oğula miras / kalıt – bırakıt kaldığını bilinmektedir.
—-
Türk kültür tarihi açısından Hunların bir devamı olarak kabul edilen Göktürkler devrinde ( ms 552-745) de ok ve yay Türklerin en önemli silahları olmuştur.
Savaş aleti olarak kullanımının yanı sıra Göktürkler, altın uçlu okları balmumuna sürerek mühür olarak da kullanmışlardır.
2. Göktürk Devleti devrinde ( ms. 682-745) de, Çinli General Chang Chih-lien’in Göktürklerin hayat tarzını / şeklini ve kültürlerini değiştirme adına ok, yay ve benzeri silahları toplatıp imha ettirmesi / yok ettirmesi , Göktürkler döneminde ok ve yaya verilen önemini göstermesi açısından değerlidir.
—-
Göktürklerden sonraki devirde ok ve yay, başta Uygurlar olmak üzere Kırgız, Bulgar, Uz, Peçenek ve Kuman gibi Türk kavimlerinin / toplumlarının hepsinde en önemli silahlardan olagelmiş ve pek çoğu Hunlardan gelen geleneğe bağlı olarak vızıldayan oku kullanmışlar ve ok yapımında Hu / Huş ağacını kullanmışlardır. Geleneği takip etmekle birlikte, Bulgarların av için kalın uçlu oklar ile kürklü hayvanların derilerine zarar vermeyecek şekilde çok ince oklar üretmeleri bu dönemdeki gelişmelere örnek olarak gösterilebilir.
—-
İslami döneme gelindiğinde, ok ve yaya dini bir niteliğin eklendiği görülmektedir.
Bu durumu en iyi şekilde gösteren örnek , daha sonraki yüzyıllarda kaleme alınan okçuluk kitapçıklarında anılan ve Taberi (ö. 310/923)’ye ait olan şu söylentidir :
“ Ekinlerini yiyen kuşlarını öldürsün diye Allahu Teala, Hz. Adem’e Cebrail aleyhis-selam eliyle cennetten ok ve yay indirmiş ve ona teslim etmiştir.
Daha sonra bunların ne olduklarını soran Hz. Adem’e Cebrail aleyhis-selam yayı gösterip ‘’ Bu Allah’ın kuvvetidir ‘’ , oku gösterip ‘’ Bu Allah’ın şiddetidir / sertliğidir ‘’ deyip ona nasıl atacağını öğretmiştir.
Bu rivayetten – söylentiden hareketle ok ve yayın cennetten çıktığı ve dolayısıyla kutsal nesneler olarak addedildiği söylenebilir.
Daha sonraki gelenek ve eserler de bunu destekler niteliktedir.
—-
İslam toplumlarında önemli bir yeri olan okçuluk ve atıcılık, çeşitli ayet ve hadislerden örneklerle isteklendirilmiştir.
Söz gelimi Enfal Suresi’nin 17. Ayetinde ;
“Attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı . ” buyurulmuş, bu ayet kemankeşler / okçular arasında asırlar boyunca aktarılan bir anlayış olarak kabul edilmiştir.
İslamiyet’in kabulü ile birlikte Türklerin savaş ve savaşçılık anlayışında değişiklikler olmuştur.
—-
Ms 960 / 985 yıllarında İslamiyeti kabul eden Selçukluların, küçük bir Türkmen topluluğundan kısa sürede devlet kurabilme başarısı göstermesindeki en önemli unsurlardan birisinin ok ve yayları kullanmadaki ustalıkları olduğu söylenebilir. Selçukluların bu konuda ustalıklarını göstermesi açısından en güzel örneklerden birisi ;
Gazneli yöneticilerinden Arslan Cazib’in Sultan Mahmud (998-1030)’a, Selçukluları kontrol altında tutabilmenin ilk şartı olarak ok ve yay kullanımını engellemesi bakımından “ başparmaklarının kesilmesi ”ni teklif etmesidir / önermesidir .
Sultan Mahmud tarafından reddedilen / kabul görmeyen bu teklif / öneri , Selçukluların gerek ok ve yay kullanımındaki maharetini / yeteneğini gerekse diğer devletler üzerindeki tesirini göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Selçukluların ok ve yay ile ilişkisini Tuğrul Bey (1040-1063) ve Alp Arslan (1064-1072)’ın şahıslarında / kişiliklerinde bulmak mümkündür / olasıdır.
Şöyle ki, kaynaklarda Tuğrul Bey’in iple koluna asılı olan bir yayı ve göğsünde yahut kemerinde üç ok bulunduğu anlatılmaktadır.
Tuğrul Bey’in oturduğu tahtın önünde bir hakimiyet – egemenlik sembolü / simgesi olması bakımından muhteşem / olağanüstü bir yay bulunduğu ve kendisinin elinde oynama alışkanlığı olarak iki ok tuttuğu aktarılmaktadır.
Alp Arslan’ın ise ok ve yayını elinden düşürmediği hatta çocukluğunda mektebe / okula giderken dahi ok ve yayını yanından ayırmadığı kaynaklarda zikredilmektedir / anlatılmaktadır.
Ayrıca gerek gulam sisteminde ok ve yay taliminin / çalışmasının temel eğitim olarak yer alması gerekse askeri teşkilatın / örgütün içinde bulunan sınıflardan birini teşkil eden / oluşturan “ TİR – ENDAZAN / ok atıcıları ” birliklerinin varlığı bu dönemde ok ve yaya verilen önemi göstermektedir.
( Gulam sistemi : Savaş esiri olarak alınan askerlerin sarayda ve orduda görev almak üzere yetiştirilmesine gulam sistemi adı verilir. Bu sistemde en çok dikkat edilen konulardan biri , Türk örf ve adetlerine uygun bir şekilde yetiştirilmesi olmuştur.
Selçuklularda : Gulam sistemiyle devşirilen kişiler sadece sarayda değil orduda ve yönetimde de yer alabiliyordu.
Osmanlılarda : Kapıkulu askerleri olarak devam etmiştir. ) İ.Kulaçoğlu .
—-
Anadolu’nun fethini mümkün / olası kılan Malazgirt Meydan Savaşı başta olmak üzere pek çok meydan savaşı ve muhasarada da / kuşatma – çevirme de Türk okları önemli bir rol oynamıştır.
Ok ve yayın bir hakimiyet – egemenlik sembolüolarak Selçuklularda da devam etmiş, çoğunlukla sikkelerde ve fetihnamelerde kullanılmıştır.
Burada ok “ tabiilik / bağlılık ve esareti / tutsaklığı ”, yay ise okun yaya tabi / bağlı olmasından hareketle “ metbuluk / kendisine bağlılığı ve üstünlüğü ” temsil ederdi / yansıtırdı .
Selçuklular ile Bizanslılar arasında yapılan barış antlaşmasında, antlaşmanın onayı için Tuğrul Bey, Şerif Nasır başkanlığındaki bir heyeti 1040 yılında İstanbul’a göndermiş ve orada bu vesileyle onarılan eski Emevi Camii (Karaköy Arap Camii)’nin mihrabına / imama ait giritili yere hakimiyet / egemenlik sembolü olan ok ve yayı işaretini resmettirmişti.
Türk Okçuluğu Selçuklular devrinde her ne kadar pek çok açıdan gelişme gösterse de altın çağını Osmanlılar ile birlikte yaşamıştır.
Gerek menzil okçuluğu gerekse kurumları bu durumun en önemli göstergesi olmuştur.
( Menzil : Okun ulaşabildiği uzaklık . Erim . )
Kaynak
———
Bu yazının tarih ile ilgili kısımları hazırlanırken başta Ünsal Yücel olmak üzere Atıf Kahraman, M. Şinasi Acar ve Erkan Göksu’nun Türk Okçuluğu hakkındaki eserlerine başvurulmuştur.
Ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2015;
Atıf Kahraman, Osmanlı Devleti’nde Spor, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995;
M. Şinasi Acar, Osmanlı’da Sportif Atıcılık Nişan Taşları, İstanbul 2013;
Erkan Göksu, Okla Yükselen Millet: Türklerde Ok ve Okçuluk, Kömen Yayınları, Konya 2013.
İdris Kulaçoğlu. 20.10.2018 çalışma odam .