M. KEMAL VE TÜRK BİRLİĞİ
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk Milletinin büyük Atası , Atatürk, gerçek
anlamda bir Türk Milliyetçisi idi ve Türk Birliğine yürekten inanmaktaydı bu
görüşünü şu ölümsüz sözlerle ifade etmiştir:
—–
‘’ Milleti millet yapan düşünce gücünün temelini milliyetçilik teşkil etmektedir /
oluşturmaktadır.
Milliyetçilik, milli benlik, milli birlik, milli ahlak, milli ekonomi, uygarlık ahlakı,
milli duygu ve insani duygunun birleşmesinden meydana gelmiştir.
—
Ben her şeyden önce bir TÜRK MİLLİYETÇİSİYİM.
Böyle doğdum. Böyle öleceğim.
TÜRK BİRLİĞİNİN , bir gün hakikat / gerçek olacağına inancım tamdır.
Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım.
Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum.
Yarının tarihi, yeni bölümlerini Türk birliğiyle açacaktır.
Dünya sükununu / huzurunu bu bölümler içinde bulacaktır.
Türk’ün varlığı bu köhne aleme / eskimiş – yıpranmış dünyaya yeni ufuklar
açacak, güneş ne demek, o zaman görülecektir. ’’ M.Kemal.
——–
Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerinin çocuklarına , kendinden
sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır :
—
“Benim Türk milletine, Türk cemiyetine / toplumuna , Türklüğün istikbaline /
geleceğine ait ödevlerim bitmemiştir , siz onları tamamlayacaksınız.
Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.”
—
Bu sözler bir ferdin / bireyin değil, bir Türk Milleti duygusunun ifadesidir.
Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere mütemadiyen / sürekli
tekrar etmekle son nefesini verecektir.
Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti’nin nefesinin sönmeyeceğini onun
ebedi / sonsuz olduğunu göstermelidir.
Yüksek Türk, senin için yüksekliğin hududu / sınırı yoktur.
İşte parola budur. 1935.
—————————–
M.KEMAL HAKKINDA
—————————–
‘’ Tarihimizde M.Kemal kadar büyük bir psikolog tanımıyorum.
Milletin ruhunu avucunun içi gibi biliyor.
Çünkü hiçbir fert / birey , mensup / bağlı olduğu milletle onun kadar kaynaşıp
birleşmemiştir / bütünleşmemiştir.
Milletin bütün ızdıraplarını / sıkıntılarını kendi vücudunda hissetmiş, milletin
neyi istediğini, neyi istemediğini, ne düşünüp, neden şikayet ettiğini /
yakındığını kendi beyninin hareketlerinde ve kendi vicdanının feveranlarında /
kaynamalarında keşfedip / arayıp – bulup anlamıştı.
O, Türk milletinin daima tetikte olan uyanık şuuru idi.
Türk milleti, onda tek bir adam haline gelmişti. Bütün hassasiyeti / duyarlığı ,
bütün dehası, bütün enerjisi milli faziletlerimizin / erdemlerimizin bir özeti
gibiydi. ‘’
( Atatürk Bütün yönleri ile. Yakup Kadri Karaosmanoğlu.27.3.1889 /
13.12.1974. Diplomat , Roman , öykü , makale – köşe yazarı .)
——–
‘’ Yüzyıllar nadir / ender olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize / şanssızlığımıza
bakın ki 20. yüzyılın dahisi Türklere nasip oldu / erişti ve kader / yazgı onu bizim
karşımıza çıkardı.”
David Lloyd George, İngiltere Başbakanı.( 1863 / 1945 )
—
( Dahi : Olağanüstü üstün zeka , yeteneği ve yaratıcı gücü olan kimse.) İ.K
——–
Büyük Yunan filozofu Platon’un ;
(mö. 428/427 – mö. 348/347. Düşünce ve bilim insanı )
“Krallar filozof olsa ve filozoflar kralların tahtına otursaydı”
şeklindeki dileği, iki bin yıllık tarihte gerçekleşmedi.
( Filozof : Düşün bilim insanı ) İ.K
20. yüzyılda ilk defa olarak Atatürk’ün şahsında Platon’un istediği gibi,
kelimenin tam anlamıyla bunu görmekteyiz.
——–
‘’ O, dahi bir fikir / düşünce adamı olarak Türk milletinin mukadderatını /
yazgısını ele almış ve bu milletiyle atıldığı Kurtuluş / Bağımsızlık Savaşı, bu
milletin medeni / uygar durumunu değiştirmiş bir inkılap / devrim ve diğer
milletlerin haklarını da koruyan barış ile insanlığa muhteşem / olağanüstü –
görkemli bir örnek vermiştir.”
‘’ O’nun peşinden gittiği güç, sevginin gücüydü !
Istırap / acı çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız
maddi değil, manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk’ün iman verici /
inandırıcı ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.”
(Prof. Dr. Herbert Melzig, Tarihçi. Kemal Atatürk – Osmanlı’nın Çöküşü,
Türkiye’nin Dirilişi kitabının yazarı. 1937-1947 yılları arasında Türkiye’de
yaşamıştır.)
——–
M.Kemal , devletin bağımsızlığına gölge düşürecek hiçbir uluslararası ilişki içine
girmemiş, böyle bir ilişkinin kurulmasına da müsaade etmemiştir / izin
vermemiştir .
—
Bu bağlamda milli / ulusal Türk Töre ve kültürüyle beraber orijinal / özgün bir
uygarlık yaratma peşindedir. Avrupa’yı gelecek dünyayı şekillendirmede hedef
değil, geçilecek ve onunda üzerine çıkılacak geçici bir durak olarak görüyordu.
—
10.Yıl Nutku’ nda söylediği gibi, Atatürk’ün amacı Avrupalı olmak değildir ve
ulusal kültürümüzü ona uyumlaştırmak da değildir.
Öne çıkarılması gereken Türk kültürüyle özgün bir Türk modernleşmesidir /
çağdaşlaşmaktır .
( Doç.Dr. Emel Poyraz. İnceleme )
——–
‘’
Atatürk ;
Uluslararası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi,
Olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci,
Sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder,
İnsan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü,
Yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi
olmayan devlet adamı,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. ‘’
(UNESCO / Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü. )
——–
” ATATÜRK , bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk
halkına ilham veren / esin kaynağı liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü
anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret / yapabilme kuvveti ve yüksek
cesaretini hatırlatmaktadır.
Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye’nin doğması,
yeni Türkiye’nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli / onurlu bir şekilde ilan etmesi
ve o zamandan beri koruması, Atatürk’ün ve Türk halkının işidir.
Şüphesiz ki, Türkiye’de giriştiği derin ve geniş inkılaplar / devrimler kadar, bir
kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.”
(John F. KENNEDY / A.B.D. Başkanı, 10.11.1963)
——-
ATATÜRK ; Osmanlı imparatorluğunun birinci Dünya savaşındaki yenilgisiyle
sonuçlanan emperyalist işgale / sömürgeci zorla elde etmeye karşı , Milli
Mücadeleyi / Uğraşı örgütleyen ve Türk milli direnişini başlatan, dağılmış olan
Türk ordusunu tekrar kurarak ve Türk ordusuna Başkomutanlık ederek Türk
yurdunu düşmana çiğnetmeyip düşmanı denize döken Türk Vatanının kurtarıcısı
ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur.
—
Atatürk’ün Türk Milleti için bir diğer önemi de egemenliğin tek bir adamdan ve
hanedan ailesinden alınarak gerçek sahibi Türk Milletine vermesidir.
Cumhuriyet kurulmadan önce ülke hanedan ailesinin malı , millet ise
padişahların kulları idi.
Atatürk saltanatı kaldırarak ve Cumhuriyet getirerek egemenliği Türk milletine
vermiş, Türk milleti Türk Vatanının gerçek sahibi ve özgür vatandaş olmuştur.
( Saltanat : Bir ülkede hükümdarın, padişahın, sultanın egemen olmasıdır.)
—
ATATÜRK ; Demokratik Cumhuriyet rejimimizin fikri / düşünce önderi ve kurucu
Atası olduğu için ona karşı yapılan her düşmanca hareket Türkiye
Cumhuriyetine yapılmaktadır.
Bu nedenle;
Bizim için Atatürk’ü korumak , Vatanı ve Cumhuriyeti korumaktır.
( Rejim : Bir devletin yönetim biçimidir. )
—
Atatürk’ü doğru tanımadan ve anlamadan onu müdafaa edemeyeceğimiz /
koruyamayacağımız gibi onun fikirlerini / düşüncelerini doğru anlamadan da
O’nu yeterince tanımış olamayız.
Ve doğru anlatamayız.
—
“ Bugünkü Türkiye’nin istinat ettiği / dayandığı büyük esas ise, Türklük
mefküresidir / ülküsüdür, milliyetçiliktir.
Devletin dayandığı esas unsur da büyük bir çoğunluğu oluşturan Türk halkıdır.”
(Prof. Dr.Sadri Maksudi Arsal 23.7.1878 / 20.2.1957 Türk-Tatar devlet adamı,
hukukçu, akademisyen, düşünür ve siyasetçi. )
——–
” En temiz sargı, Hak ve milliyet sargısıdır. Türkçülüğe ve Hakka sarılmalıyız.
Kendimize istemediğimiz haksızlığı başkasına yapmamalıyız lakin başkalarının
kendilerine istemedikleri haksızlığı da kendimize yaptırmamalıyız.”
“Türkiye Cumhuriyetinin kurulması Türkçülük idealinin gerçekleşmesi demektir.
Bu ideal / ülkü bir Türk dehasının kudretiyle / bilgeliğinin yapabilme kuvveti
ile gerçek oldu.”
(Yusuf Akçura /Türkçülüğün Manifestosu / bildirisi . )
—
‘’ Türk kuvvetinin bu tecelli / ortaya çıkış günü,cihan tarihinde yeni bir devrin
başlangıcıdır. Bu günü kutlayalım,bu günü bize gösteren Ulu Tanrı’ya yükünelim
/ saygı ile eğilelim ve bu günde O’nun kuvvetini, O’nun dilediğini kendisine
tecessüm ettiren / canlandıran Başbuğumuzu alkışlayalım!
(Siyaset ve İktisat, Yusuf Akçura . s. 214 – Ötüken Neşriyat.
2.12.1876 / 11.3.1935 yazar ve siyasetçi. Türkçülük akımının önde gelen
temsilcisi. )
——-
Tarih. 13.1.1921
Yer: TBMM
Meclis Başkanı Atatürk kürsüde… Birinci İnönü Zaferi’ni anlatıyor.
‘’ Kurtuluş Savaşı’nın en ümitsiz günlerinde Meclis kürsüsünden Namık Kemal’in
Vatan Mersiyesi şiirinin ilk bölümündeki :
—
” Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini.
YOĞ imiş kurtaracak bahtı kara maderini ? “
( Bahtı kara maderini : Yazısı / yazgısı kara annesini )
—
Atatürk’ün verdiği cevap :
‘’ İşte bu kürsüden , bu meclisin başkanı sıfatıyla meclisi oluşturan bütün
üyelerin her biri adına ve bütün Türk milleti adına diyorum ki ;
—
Vatanın bağrına düşman dayasa da hançerini .
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini ! ‘’ olmuştur.
—
” Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir. ”
“ Bana yol gösteren benden olmalı ! ‘’
‘’ Türke baş olamaz Türküm demeyen ! ”
—
” Önceleri , Türk milletinin hiçbir mevkii / makamı yoktu.
Bugün, her hak Türk’ündür.
Bu topraktaki hakimiyet / egemenlik Türk hakimiyetidir / egemenliğidir.
Siyasette, kültürde, iktisatta / ekonomide hep Türk Halkı hakimdir / egemendir.
Bu kadar kati / kesin ve büyük inkilabı / devrimi yapan kişi , Türkçülüğün en
büyük adamıdır.
Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır.
Fakat, yapmak ve muvaffakiyetle neticelendirmek çok güçtür / başarı – zafer
ile sonuçlandırmak çok zordur.”
ZİYA GÖKALP-Türkçülüğün Esasları.( 23.3.1876 / 25.10.1924 Türkçü .Toplum
bilimci, şair ve siyasetçi.)
——–
‘’ Bedenimin babası Ali Rıza efendi.
Hislerimin / duygularımın Namık Kemal.
Fikirlerimin / düşüncelerimin Ziya Gökalp’tır. ” M.Kemal ATATÜRK.
——–
“ Bizim neslin gençlik yıllarında Osmanlılık telkin / aşılama ve etkileri hakimdi /
egemendi.
İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış
bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında
bulunan soydaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan
söz edilirken “ kavm-i necib / soylu – değerli toplum ” deyimi ile sıfatlandırılarak
bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu
olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyorduk.
—
Şair Mehmet Emin Yurdakul’un ( 13.5.1869 / 14.1.1944 şair, milletvekili. ” Türk
Şairi”, “ Milli Şair ” in ) , ilk defa Manastır Askeri İdadisi’nde / lisesinde öğrenci
iken okuduğum;
—
“ BEN BİR TÜRKÜM , DİNİM , CİNSİM ULUDUR ! ”
—
mısrasıyla başlayan manzumesinde / şiirsel anlatımında , bana ulusal
benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum.
Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun
gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum.
Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç
dayanağım oldu.
Türkçülük öyle şerefli / onurlu bir bayraktır ki , Onu vatanın her köşesinde
durmadan dalgalandırmak her Türk’ün ilk ve milli vazifesidir / görevidir. ‘’
—-
Türkler, bir imparatorluk kurarak yayılıp genişledikçe milli bir devlet olmaktan
çıktılar. Çeşitli ırkları dinleri dilleri bir araya toplaması, onun milliyetçi ruhunu
öldürdü.
Türkleri bütün dünyaya geri kalmış bir millet olarak tanıtan zihniyet / anlayış
ne yazık ki kendi içimize de girmiştir.
** Her şeyden önce millete, tarihini, asil bir köke sahip bulunduğunu, bütün
dünyaya uygarlıklarının beşiği olan bir kavmin / toplumun çocukları olduğunu
öğretmek gerekir ! **
Milleti taasubun / gericiliğin – bağnazlığın pençesinden kurtarıp onun
milliyetçilik vasfını / karakterini uyandırmalı, Ona Türkçülük imanını
aşılamalıyız. M.Kemal ATATÜRK.
( Muvaffak İhsan Garan 1911 / 1985. Gazeteci, Yazar, Ressam. Milletlerin
Sevgilisi Atatürk, s.51)
——–
‘’ Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset, milli siyaset,
TÜRKÇÜLÜK siyasetidir. ‘’
(Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, s:233.
Manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan, M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, s:43)
——–
Alp Er Tunga , Oğuz Kağan, Mete Kağan, Tomris Hatun, Bilge Kağan, Alparslan,
Timur, Cengizhan, Fatih Sultan Mehmet Han,Şah İsmail, Babür Şah gibi Türk
Başbuğlarımız ne ise , Atatürk bizim için odur ve şahsında on bin yıllık Türk
Töresi ve Türk Devlet Geleneğini özdeşleştirmiş Türk Milletine öncülük ve
kılavuzluk etmiş / yol göstermiş yegane / tek liderimiz ve son Başbuğumuzdur.
——————
TÜRK BİRLİĞİ
——————
Türk Birliği’nin bir gün mutlaka hakikat / gerçek olacağına inanan
Atatürk ileri görüşlü bir devlet adamı olarak çok uzun yıllar öncesinden
Sovyetler Birliği’nin dağılacağını tahmin etmiş / öngörmüş ve Türkiye’yi
yönetecek olanların o günlere hazırlıklı olmalarını istemiştir ve kendisinden
sonraki devlet adamlarına bir siyasi vasiyet / bırakıt yerine geçecek şu sözleri
söylemiştir:
‘’ Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir /
anlaşmalımızdır. Bu dostluğa ihtiyacımız / gereksinmemiz vardır.
Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez.
Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir.
Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler.
Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir.
İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir.
Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır.
Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek
değildir.
Hazırlanmak lazımdır.
Milletler buna nasıl hazırlanır?
Manevi köprüleri sağlam tutarak.
Dil bir köprüdür, tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür.
Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz.
Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.
(29.10.1933)
—-
1932 yılında Macar Tarihçi Zaiti Frenezi’yi Ankara’da misafir eden Atatürk,
ondan Türkler’in buralarda 5000 yıllık bir tarihleri olduğunu belgeleriyle
öğrenmiştir.
Atatürk Türk Dili’nin Türkçe’nin yabancı sözcüklerden arındırılması ve
zenginleştirilmesini istiyordu. Bunun için 15.4.1931 de Türk Tarih Tetkik
Cemiyeti’ni kurdurdu, bu cemiyet sonradan Türk Tarih Kurumu oldu.
Türk Dil Cemiyeti kuruldu , bu daha sonra Türk Dil Kurumu oldu. ( 12.7.1932)
Ortak bir konuşma ve ortak bir yazı dili oluşsun istiyordu.
Bunun için dil kurultayları oluşturuyor , yabancı devletlerden Türkologlar davet
ediyordu / çağırıyordu.
1935 yılında da Atatürk’ün önerdiği Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kuruldu.
Atatürk’ün gündeminde, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin çok çetin, ekonomik ve
Sosyal / toplumsal problemleri / sorunları yanında, daima bir “ BÜYÜK TÜRK
DEVLETLERİ BİRLİĞİ ” fikri / düşüncesi vardı.
Ortak bir konuşma ve yazı dili oluşturduktan sonra, ortak bir tarih ve kültür
meydana getirmek istiyordu.
Eylül /1932 tarihinde Türkiye’ye gelen o zamanki Amerikan Genel Kurmay
Başkanı Mac Arthur da, Mustafa Kemal Paşa’nın, kafasında
“ Büyük Türk Devletleri Birliği ‘’ düşüncesini yaşattığını söylüyordu.
Araştırmacı Ali Külebi’nin yaptığı araştırma ve tespitlerine / saptamalara göre:
Tayfur Sökmen beyin ( 1892 / 3.3.1980 . Hatay devletinin ilk başkanı )Atatürk’e
yazdığı bir mektupta Hatay’ı kastederek ;
—
“ Sancak Milli Misak’a / milli yemine dahil midir? ”
sorusuna verdiği cevap :
“ Türklerin yaşadığı her yer Milli Misak / milli yemin içindedir.”
( Hasan Tahsin Banguoğlu 1.1.1904 / 3.3.1989 dilbilimci ve siyasetçi :
“Milli Misak ve Lozan”, Türk Edebiyatı, Ekim 1987, s.7)
——-
O, Misak-ı Milli / milli yemin sınırları dışında kalan Orta Asya Türklerini hiçbir
zaman unutmadı. Mecliste yaptığı bir konuşmada ;
“
Yüksek bilginiz olduğu üzere Rusya’ya bir elçi gurubu gönderiyoruz. Rusya’da
ve Rusya ile iletişimde bir çok İslam kitleleri / toplulukları vardır. Bu topluluklar
için yapacağımız özel , gizli çok önemli görevlerimiz vardır.
Bu görevlerin içeriğini açıklayarak oraya elçi gönderilemez. Bu özel görevi
yapabilmek , izlemek , gerektiğinde gösterebilmek için elçi grubunun içine ilim
kuruluda ekledik. ‘’
——–
Türkistanlı yazar ve bilim adamlarını çok iyi bildiği ve bir Ali Şir Nevai hayranı
olduğu söylenen Atatürk, Türk kültürü ve dili ile ilgili olarak;
“Türkiye dışında kalmış Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler.
Nitekim biz Türklük davasını böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz.
Büyük Türk tarihine Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk
eserlerine önem veriyoruz. ‘’ demiştir.
( Ali Şir Nevai : 9.2.1441 / 3.1.1501. Türk milliyetçisi ,Devlet adamı , Bilgin ,Dil
bilimci , şair , yazar.)
——–
Atatürk, Türk dilini geliştirerek ve yayarak, dilimizin Balkanlardan Çin Seddine
uzanan Türk dünyasının tek sesi ve düşünce vasıtası olmasını istemişti.
O, Türkiye Türklerinin önderliğinde Batı Türklerinin dilini, Orta Asya yani
Türkistan Türklerinin konuştukları dil ile kaynaştırmak ve ortak bir tarihe
sahip olan Türk dünyasının, lehçe farklılıklarını gidererek ortak bir dil bağı ile
birleşmelerini istiyordu.
Atatürk doğumuzdaki büyük bölgede yaşayan soydaşlarımızın tarihinin,
coğrafyasının ve kültürünün doğru öğrenilmesini isterken değişebilecek dünya
dengeleri karşısında gelecekte güçlü ve etkili olabilmek için bu bölgede ortaya
çıkacak ülkelerle birlikte hareket etmek zorunda olduğumuzu da saptamıştı.
——-
“ Türk Kültürü bütün Türklerin kültürüdür.
Bu kültür nerede olursa olsun Türkün malıdır. Her Türkü de Türkiye’yi de
ilgilendirir. ” diyerek de Türkiye’nin dış Türklerle kültür varlıklarını devam
ettirmesi çerçevesinde ilgilenmesinin gereğini vurgulamıştı.
Yeryüzünde ne kadar çok Türk, ne kadar çok Türk ülkesi, ne kadar yaygın Türk
Kültürü olursa, Türkiye o oranda rahat eder ve yalnızlıktan kurtulur diyerek
büyük TÜRK BİRLİĞİ nin gerekliliğine işaret etmiştir.
Asya, Atatürk’ün iki temel noktada ilgi alanına giriyordu.
* Asya’nın Anayurt ve dili Türk, kültürü Türk, uygarlığı Türk, tarihi Türk olan
halkların dünyası olması.
* Geleceğin dünyasının şekillenmesinde Asya’nın yükleneceği işlevlerdi.
Atatürk’ün tarih ve strateji bilinci, Anadolu’daki Türk varlığının korunmasının
Türkistan’la birlikteliğe bağlı olduğudur.
Asya’daki Türk varlığının, kültür ve uygarlığının korunmasının da Türkistan
Türklüğünün Anadolu Türklüğü ile bütünleşmesinden geçtiğini öngörüyordu.
Bütün bu noktalardan hareket ederek de Büyük Türk Birliği’nin mayasının ve
yapı taşlarının Orta Asya’da olduğunu da saptamış ve eyleme geçmişti.
Çünkü O , bir eylem insanıydı.
Türkistan aşığı olduğu çeşitli yaklaşım ve düşüncelerinden anlaşılacak
Atatürk’ün Ali Şir Nevai hayranlığı bilinir.
Yine tarihi kişiliklerden Emir Timur’a hayran olduğunu dile getirmesi, onun
Türkistanlılara olan sevgisinin bir başka görüntüsüdür.
Atatürk 1402’de Ankara’da Osmanlı Ordusunu yenmesi sebebiyle genelde
Osmanlı aydınlarının soğuk durduğu Timur’u dünyanın en büyük komutanı
olarak görmektedir.
“ Ben Timur zamanında olsaydım, onun yaptığını yapabilir miydim ?
Onu söyleyemem. Fakat o benim zamanımda olsaydı, belki daha çoğunu
yapabilirdi” ve “ Bence, dünyanın en büyük komutanı Timur’dur.
Hiçbir savaşını şansa bırakmamıştır. Her savaşına senelerce önceden inceden
inceye hazırlanmıştır” diyerek dile getirmişti ve bu deyişlerden Atatürk’ün ünlü
Türk komutanını çok iyi incelediği anlaşılmaktadır.
——-
Atatürk’ün Orta Asya ve buradaki Türklerle somut ilişkisi Kurtuluş Savaşı
günlerinde başlamıştı. Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bu ülkeye o zaman
güçlü ve kıymetli bir düşünür, edebiyatçı ve dışişleri çalışanı Memduh Şevket
Esendal büyükelçi olarak gönderilmişti. ( 29.3.1883 / 16.5.1952. Siyasetçi,yazar )
(Büyük Oyundaki Türk: Enver Altaylı, İrfan Ülkü, İlgi Kültür Sanat, İstanbul, Ocak 2008,S:26)
Esendal’ın yanı sıra çeşitli alanlarda uzman danışmanlarla Ankara, Türkistan’da
o günlerde bugünkünden daha büyük bir aktördü. Kurtuluş Savaşı’nın ve
sonrasının güçlüklerine rağmen Mustafa Kemal Orta Asya’ya ve büyük Türk
Dünyasına el atmaya kararlıydı.
Temelde yüzü Batı’ya dönük gibi değerlendirilen yüce Atatürk’ün yüzünün
Doğu’ya, Türkistan coğrafyasına dönük olduğu böyle birçok konuyla ortaya
çıkmaktadır.
O, Cumhuriyet döneminde oluşturduğu Balkan Paktı / anlaşması ve Sadabad
Paktı / anlaşması gibi kuruluşlarla, bir yandan ülkemizin güvenlik duvarlarını
oluştururken, diğer yandan da bir Avrasya açılımı yaratmak istiyordu.
Görev ile Moskova’ya gönderdiği ilim heyetinden İsmail Suphi Bey’in ( 1184 /
25.11.1967 Siyasetçi ) bir zaman sonra Türkistan’a da gönderildiği
bilinmektedir.
1921 Temmuzu sonlarında Buhara’ya varan İsmail Suphi Bey’in görevi ,
Atatürk’ün emirleri doğrultusunda , Türkistan milli birliğinin kuruluşu için
Türkistan Türkleri arasında arabuluculuk yapmaktı.
Mustafa Kemal tarafından İsmail Suphi Bey’e verilen emir, Türkistan’da bir Türk
birliğinin oluşabilmesi için, Türkistan Türklerini bir araya getirecek örgütlenmeyi
sağlamaktır.
İsmail Suphi Bey, Zeki Velidi Togan’ın başkanlığını yaptığı Türkistan Milli Birliği
adlı örgütü daha da genişleterek Milli İttihat Fırkası’nı / Birlik partisini kurar.
Fırkanın / partinin başına Zeki Velidi Togan getirilir.
( 1890 / 1970 . Başkurt, Türk tarihçi, Türkolog )
Türkistan’da milli birlik hareketi etkinleşmeye başlar. Bir süre sonra Rusya’nın
yoğun baskıları sonucu birliğin liderlerinden Zeki Velidi Bey, Osman Hoca ve
Sadruddin Han Türkistan’ı terk etmek zorunda kalırlar.
Feyzullah Hoca, 6.10.1920’de kurulan Buhara Halk Cumhuriyeti’nin ilk
Başbakanı ve Dışişleri Bakanıdır.
Bizim Milli Mücadelemize Lenin’in gönderdiği söylenen para yardımının
kaynağı, işte bu Cumhuriyettir.
Yardımın miktarı 100.000.000 altın rubledir.
Bu para Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından hazırlanacak, Türkiye’ye
aktarılmak üzere Lenin’e teslim edilir. Lenin bu paradan yaklaşık 15.000.000
altın rubleyi Türkiye’ye gönderir, gerisine el koyar.
Buhara Halk Cumhuriyeti, Milli Mücadeleye yardım etmekle kalmaz Mustafa
Kemal’le diplomatik ilişkiler de kurar.
Sakarya zaferini kutlamak üzere 17.1.1921’de Buhara Halk Cumhuriyetinden bir
heyet / kurul Ankara’ya gelir ve Mustafa Kemal ile görüşür.
Bu heyet, Mustafa Kemal’e zaferin hediyesi olarak üç adet kılıç ile Timur’a ait
bir Kuran-ı Kerim’i hediye eder. Mustafa Kemal heyetle yaptığı görüşmeden
sonra meclis kürsüsünden şu konuşmayı yapar :
—–
“Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de
Kuran-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu
Mukaddes / Kutsal Kitabı Türk milletine hediye ediyorum.
Bu üç kılıçtan birini ben aldım.
İkincisini, Batı Cephesi kumandanı olarak İsmet Paşaya verdim.
Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum.
Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.
” Üçüncü kılıç, 9 Eylül sabahı saat 10.30’da İzmir’e girerek, yaralarından kanlar
sıza sıza Hükümet Konağına şerefli Türk bayrağını çeken İkinci Süvari Tümeni 4.
Alayında Bölük Komutanı olan Yüzbaşı Şerafettin Bey’e verilmiştir.
Atatürk, bu kılıçla birlikte Yüzbaşı Şerafettin Bey’e “İzmir” soyadını da vermiştir.
Görüldüğü gibi, Atatürk Millî Mücadele’nin o ateşli günlerinde bile Türkistan
Türklüğü ile bağlarını güçlü tutmuş, onlarla yakından ilgilenmiştir.
( Prof. Dr. Hüseyin Karadağ.
http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID=465&kat=31)
——–
Atatürk çalışmaların gizli surette yürütülmesine dikkat etmiştir. Çünkü bu
sıralarda Sovyetler Birliği hükümeti ile diplomatik ilişkiler iyi yolda gitmektedir.
18.3.1921 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği arasında imzalanan
Moskova Antlaşmasıyla da, Sovyet Rusya, tespit edilmemiş bir süre için
Türkiye’ye her yıl 10 milyon altın ruble vermeyi üstlenmiştir.
Bu şartlar altında Atatürk, Dış Türkler konusunda ölçülü hareket etmek, onu
şuurlu bir ülkü meselesi görmek ve şuurlu ülküyü müspet ilme, ilmi usullere
dayandırılmış bir hedef ve gaye şeklinde tanıtmak istemiş ve olumlu
yöntemlerle, bilhassa propagandaya önem vermenin gerekliliğini öne
sürmüştür. Durum böyle olunca, Rusya mahkumu Türk ülkelerine
bağımsızlıklarını kazanmaları yolunda tam anlamıyla kuvvetli bir destek
sağlanamamıştır. Buna karşılık, Sovyetler Birliği’nden bir yolunu bularak kaçıp
Türkiye’ye sığınan çok sayıda Rusya Türküne kucak açılmış, bu aydın sınıf,
halklarının bağımsızlık davasını, Bolşevik hükümet aleyhine olmak kaydı şartıyla
buradan yürütülmüştür.
Bu dönemde, Sovyet zulmünden dolayı Türkistan’dan kaçan gençler koruma
altına alınıyor ve Türkiye’ye gönderiliyordu. Bunlar arasında Doğu Türkistan’dan
kaçanlar da vardı. Bu gençlerin büyük bir kısmının askeri okullarımızda okutulup
Silahlı Kuvvetlerimize katılmaları heyecan verici bir olaydı.
Yine Bolşevik zulmünden kaçarak Türkiye’ye sığınan Rusya Türklerine büyük bir
sevgi ile kucak açan Atatürk, birçoğu Sovyet Rusya hükümetince yasaklı
siyasetçi olan bu aydınların, Türkiye’de ülkelerinin bağımsızlığı yolunda
mücadele / uğraş vermelerine olanak sağlamıştır.
Kazan Türklerinden ;
Prof. Dr. Sadri Maksudi Arsal ( 1878 / 1957.Hukukçu , düşünür, siyasetçi )
Prof. Dr. Yusuf Akçura ( 1876 / 1935 . Yazar , düşünür , siyasetçi )
—
Başkurt Türklerinden ;
Prof. Dr. Zeki Velidi Togan. (1890 / 1970 . Türk tarihçi, Türkolog )
Prof. Dr. Abdülkadir İnan. (1889 / 1976 Toplum bilimci )
—
Kırım Türklerinden ;
Cafer Seydahmet Kırımer.( 1889 / 1960 .Türkçü ,yazar ,siyasetçi , devlet adamı )
—
Azeri Türklerinden ;
Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu. ( 1899 / 1975. Dil bilimci )
Ahmet Ağaoğlu. ( 1869 / 1939. Hukuk,siyaset, yazar, gazeteci )
Mehmet Emin Resulzade. ( 1884 / 1955. Azerbaycan kurucu Cumhurbaşkanı)
Mirza Bala Mehmetzade. ( 1898 / 1959.Siyasi düşünce tarihi )
ve daha pek çokları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kadroları içinde yer
almıştır.
——-
Memduh Şevket Esendal’ın Türk Dünyasındaki çalışmalarının yalnız Afganistan
ile sınırlı kalmaması ve Büyükelçi olarak bulunduğu Azerbaycan ve İran’da da
benzeri çalışmaları gerçekleştirmiş olması Atatürk’ün ileri görüşünün eseriydi.
Esendal’ın Türk Dünyası ile ilişkilerinin Hindistan’a kadar uzandığı ve burada da
etkinliklerde bulunduğu bilinmektedir. Atatürk’ün Afganistan’a olan ilgisinin
yoğunluğu büyük stratejik dehasının sonucudur. Çünkü nasıl İngilizler 19.
yüzyıldan bu yana Afganistan’a ilgi duymuş Amerikalılar, 2001 yılında 11 Eylül’ü
bahane ederek bu ülkeyi işgal etmişlerse Atatürk de bu ülkenin Türkistan’a
uzanan kilit taşı olduğunu biliyordu. Hatta Kurtuluş Savaşı esnasında Atatürk’ün
bazı subayları Afganistan’a göndermesi üzerine karşı çıkan Mareşal Fevzi
Çakmak’a ( 12.1.1876 / 10.4.1950. 2.Mareşal, Genel Kurmay başkanı ve
savunma bakanıdır) ;
“Biz Anadolu’da verdiğimiz İstiklal Savaşı’nın güvenliğini Afganistan’dan
sağlamak zorundayız” şeklinde yanıtlamıştı. ( s.302)
Çünkü Atatürk Türklüğün bağımsızlık yolundaki mücadelesinin yolunun
Türklüğün evrenselliğinden geçtiğini saptamıştı.
——-
Atatürk, Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Bolşevikler tarafından sona
erdirilmesinden sonra Moskova’ya bağlı olarak kurulan Azerbaycan Sovyet
Cumhuriyeti zamanında bu yeni hükümetle ilişki kurmuştur. Doğu Cephesi
komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın önerisiyle , bir Türk Büyükelçisi Bakü’ye
gönderilmiştir. Bu yakın ilişkiler sonucu, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında
Sovyetlerden aldığı söylenen mali ve askeri yardımın bir kısmının da
Azerbaycan’dan, Nerimanov’dan olduğu bilinmektedir.
( 14.4.1870 / 19.3.1925.Devlet başkanı, aydın )
İşte Türklüğün evrenselliği bu noktada ve benzeri şekilde Türkistan ve
Azerbaycan’ın Kurtuluş Savaşımızı kendi savaşları olarak kabul etmeleriyle
ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyetin kurulmasıyla Atatürk’ün yaptığı işlerden ilkinin Türk Tarih ve Dil
Kurumlarını kurup, Türk Tarihi’nin enginliğini, zenginliğini araştıracak kongreler
düzenletmek olmuştur.
İletişim ve kültürel etkileşim ile Türkistan ve ötesinde yaşayan soydaşlarımıza
ulaşmanın en önemli yollarından birinin o zamanki en güçlü iletişim aracı radyo
olduğunu bilen Atatürk 1934 yılında verdiği emirle Adriyatik’ten Japon Denizi’ne
yayın yapabilecek bir radyonun, Ankara Radyosu’nun kurulması emrini vermişti.
“Dünyada şimdiye kadar başka başka milletlerin birlik kurdukları ve yüzyılları
beraberce yaşadıkları görülmüştür. Bizim, kurmak istediğimiz birliğin tarihte
geçmişi olan birliklerin en üstünü olmasını isteriz ” diyen Atatürk, bu düşünceyi
bir sır gibi saklıyor bütün hareketlerini o noktayı hedefleyerek gerçekleştirmeye
çalışıyordu. İşte bu husus Atatürk’ün gözünde gerçek “milli misak’tı“.
Bunu sağlamak amacıyla da mali bütün olanaksızlıklara karşın bütçeden 1924
yılında 200.000 altın karşılığı bir ödenek ayrılmış ve Türkiyat Enstitüsü
kurulmuştur.
—–
ATATÜRK, Orta Asya’daki Türk toplumları ile Tarihi,Kültürel ilişkiler kurulması
emrini İstiklal savaşından önce vermişti.
Doğu Türkistan davasının savunucusu Emekli General / Uygur Türk’ü Mehmet
Rıza Bekin Paşa 28 .1.1920’de oy birliği ile kabul edilen Misak-ı Milli olan Milli
And Başbuğ Atatürk’ün emri ile hazırlanmasına Erzurum ve Sivas kongrelerinde
başlanılmış Kuvayi Milliye / Milli kuvvetler taraftarı vekillerin girişimi ile
İstanbul’da toplanan son Meclis-i Mebusan / Milvekilleri meclisi tarafından
kabul edilmiştir.
Milli Andımızda yer alan ve şu an Türkiye sınırlarımız dışında olan vatan
topraklarımız…
1. Batı Trakya
2. On İki Ada
3. Batum
4. Halep Vilayeti
5. Musul Vilayeti
6. Deyr-i Zor Sancağı.
( Vilayet merkezi Deyrizor’dur. Deyr-i Zor Vilayeti 1857 yılında Bağdat Eyaletinden ayrılarak kurulmuş sancaktır. )
7. Kıbrısın tamamı
——-
*Atatürk, Milli yemin ve sözleşme anlamına gelen ve 28.1.1920 de Osmanlı
Meclis-i Mebusanı tarafından kabul edilen ”Misak-ı Milli” için şu sözleri
söylemiştir:
” Misak-ı Milli, barış yapmak için en akla uygun şartlarımızı içeren bir
programdır. Barışa erişmek için bir araya getireceğimiz esasları kapsar.
Fakat memleket ve milleti kurtarmak için barış yapmak yeterli değildir.
Milletin gerçek kurtuluşu için yapılacak çalışmalar, ondan sora başlayacaktır.
Barıştan sonraki çalışmalarda başarılı olabilmek, milletin istiklalinin /
bağımsızlığının korunmuş olmasına bağlıdır. Misak-ı Milli’nin hedefi, onu
oluşturmaktır.”
——-
Hatay’ı Anavatana katan Atatürk’ün Musul ve Kerkük’ü de Anavatan’a katmak
için çalışmalar yaptığı bir dönemde İngilizlerin teşvik / isteklendirme ve
destekleri ile “ Şeyh Sait İsyanı / 13.2.1925 “ çıkarılmış, böylece Musul ve
Kerkük sorunu çözümsüz kalmıştır.
1933 yılında Atatürk ile General Mac Artur görüşmesi esnasında Atatürk ;
”Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse / yeterse Musul, Kerkük ve adaları geri
alacağım. Selanik ve Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım. ”
(Türk Silahlı Kuvvetler Dergisi, s. 26, sayı: 333, Temmuz 1992)
——-
30.8.1922 tarihli Fransız Le Figaro gazetesinde ise Atatürk’ün şu ifadesine /
deyişine vurgu yapılıyor:
“Avrupa’da, İstanbul ve Meriç’e kadar Batı Trakya, Asya’da Anadolu, Musul
arazisi ve Irak’ın kuzeyi. Arkada kalan ve sırf Türk olan her yeri isteriz. Bunları
kurtarmaya azmettik / karar verdik ve kurtaracağız.”
(Atatürk’ün söylev ve demeçleri cilt 3 s 67 – 68)
—————————
MUSUL HAREKATI
Türkmen bölgesi
—————————
Mayıs 1920 kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki en birincisi olan, hudut /
sınır sorunu saptanırken, Milli sınırımız İskenderun’un güneyinden geçer,
doğuya doğru uzanarak Musul’u Süleymaniye’yi, Kerkük’ü içine alır. İşte milli
hududumuz / sınırımız budur.
( Atatürk’ün S.D.V. Cilt 1, s.75 )
Musul vilayeti olarak adlandırılan Misakı Milli sınırlarımızda bulunan Suriye ve
Irak’ın kuzeyini kapsayan Türkmeneli bölgesini İngiliz işgalcilerden kurtarmak
amacıyla örtülü operasyon başlattı ve Özdemir Bey komutasındaki Türk askeri
birliğini bu iş için görevlendirdi.
Özdemir Bey önce o bölgede sözde bağımsız bir Türk Devleti kuracak daha
sonra yapılacak referandumla bu bölge Türkiye’ye bağlanacaktı.
ATATÜRK aynı planlı uygulamanın bir benzerini Hatay’ın anavatan Türkiye’ye
katılışında da izledi.
Mustafa Kemal 1922 yılında İngilizler’in faaliyetinden / etkinliklerinden rahatsız
olduğu için, Lozan görüşmelerinden önce gizli bir askeri harekat emri verdi.
Yarbay Şefik Özdemir Bey’in “şahsen” yürüttüğü izlenimi verilen Revanduz
Harekatı, gerilla taktikleriyle yürütüldü ve bir yıldan fazla sürdü.
Ali Şefik Özdemir Bey ( 1885 / 1951 Siyasetçi ),
Özellikle bu harekatta resmi görevli askerler kullanılmamasına dikkat edildi.
Çünkü bölgedeki isyanların tamamen doğal, İngilizlerin baskısına karşı
ayaklanan bir halk isyanı olarak gösterilmesi amaçlandı. Bu doğrultuda Özdemir
Bey’e milis / halk ordusuna istediği adamları seçme hakkı verildi. Bölgede ne
yapacağı konusunda Özdemir Bey’e Mustafa Kemal’in yazdığı bir emir verildi.
Mustafa Kemal gizli şu emirleri veriyordu.
( Ankara 1.2.1922)
1- Faysal Ali El Haşimi (1883 / 1933. 1920 yılında kurulan kısa ömürlü Suriye
Krallığı ve ardından Irak Krallığı ) Irak’ta hükümet kurma iddiasında bulunması ve Misak-ı Millimizin içinde bulunan Musul Vilayeti’nin bir kısmını işgal ederek Kürdistan çevresinde bazı kışkırtmalarla saldırılarını milli sınırlarımıza kadar devam ettirmeye teşebbüs etmesi / girişmesi karşısında kendisinin bu faaliyetini engellemek ve işgal edilen bölgeleri geri almak amacıyla Özdemir Bey’in ekteki pusulada gösterilen kadronun başında olmak üzere Elcezire mıntıkasında faaliyete geçmesi uygun bulunmuş ve kendisine gereken emir verilmiştir.
2- Irak’ın idari himayesini / korumacılığını ve siyasetini benimseyen İngilizlerin bölgede hususi menfaatleri / özel çıkarları bulunması sebebiyle siyasi vaziyet icabı / durum gereği milli hükümetimizin İngilizlerle herhangi bir konferans münasebetiyle / toplantı yapması , temas ve müzakereye / ilişki ve görüşmeye girişmesi muhtemel / olasılığı bulunduğundan Özdemir Bey’in üstlendiği yukarıda bahsedilen vazifeyi hususi / özel – kişisel görev bir mahiyette / içerikte ve şahsi bir teşebbüs / kişisel bir girişim şeklinde idare etmesi ve harice / dışa karşı böyle bir manzara / görünüm göstermesi şimdilik daha uygun görülmüştür.
3- Milis / halk Kaymakam Yarbayı rütbesine sahip olan Özdemir Bey’in kendisi ve maiyetini teşkil eden kadro mürettebatı / yanında çalışanları Elcezire cephesince gizli bir surette Ordu icmaline dahil edilerek / toplamına katılarak iaşe edilecek / gıdaları sağlanacak, rütbeleri karşılığı maaşları muntazaman / zamanında ödenecektir.
4- Elcezire Cephesi Özdemir Bey’e rütbesine karşılık olan maaşından başka yerine getirdiği vazifenin ehemmiyet / önem derecesine uygun bir miktar da örtülü ödenekten aylık olarak verilecektir. İşbu tahsisatın / ödeneğin miktarı Cephe Kumandanlığı’nın takdirine / değerlendirmesine bırakılmıştır.
5- Bu emir Müdafaayı Milliye Vekaleti’ne / Milli Savunma Bakanlığına , Elcezire Cephesi Kumandanlığı’na tebliğ edilmiş / bildirilmiş ve bir sureti / tıpkı basımı Özdemir Bey’e verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkumandan Mustafa Kemal
(Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti; Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti; Şube :2; Aded: 717)
———
13.10.1922 Le Figaro’da, Amerikalı gazeteci Richard Eaton’un 13 Eylül’de Mustafa Kemal’le yaptığı mülakat / söyleşi :
Türk toprakları kurtulmadan durmayacağım.
İstanbul ve Meriç’e kadar Trakya, Asyada , Anadolu, Musul ve
Mezopotamya’nın yarısı.
(Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, cilt 4, s. 723)
———-
1923 yılı Mustafa Kemal Atatürk :
Musul vilayeti hudud-ı milliyemiz dahilindedir / milli sınırlarımız içindedir.
Bu hudud-ı milliye tabirini ben bulmuştum. Mütarekeye / ateş kese esas olacak
her halde bir hududumuz / sınırımız olmak lazımdır/ gerektir.
Bu hudud ne olabilirdi?
Bu meselede / sorunda süngülerimizin bulunduğu mahali / yerleri hudud / sınır
yapmak hatırıma geldi.
Wilson prensiplerinden / ilkelerinden de mülhem olarak / esinlenerek
İskenderun’dan başlayan ve Musul’u da kendi arazimiz / toprağımız içinde
bırakan hududa / sınıra milli hudud / sınır dedim.
Filhakika / gerçekten o zamanlar Musul’un güneyinde bir ordumuz vardı. Fakat
biraz sonra bir İngiliz kumandanı gelmiş ve İhsan Paşa’yı aldatarak orada
oturmuş.
Musul bizim için çok kıymetlidir / değerlidir.
* Birincisi civarında / etrafında sonsuz servet teşkil eden / zenginlik oluşturan
petrol menbaları / kaynakları vardır.
* İkincisi bunun kadar önemli olan kürtlük meselesidir / sorunudur.
İngilizler orada bir kürt hükümeti teşkil etmek / oluşturmak istiyorlar. Bunu
yaptıkları zaman bu fikir / düşünce bizim hududumuz dahilindeki / içindeki
kürtlere de yayılma edebilir.
Bu fikre / düşünceye engel olmak üzere hududu güneyden geçirmek gerekir!
Bununla beraber Musul’u almamakla savaşa devam mı edeceğiz?
Hatta sizlere soruyorum:
Her şey oldu bitti, Musul için harbe devam makul / akla uygun mu ?
Biliyorsunuz ki Yunanlılar Anadolu’ya çıktı hatta Sakarya’ya kadar geldi.
Onları tard / kovmak için, arzuyi umumiyi tevhid / genel birlik isteği için duçar
olduğumuz müşkilat / tutulmuş olduğumuz zorluklar büyüktür.
Bir tarihte Yunanlıların İzmir’de kalmasıyla sulha intikal etmeyi arzu edenler /
barışa geçmeyi isteyenler çoğalmıştır.
Demek istiyorum ki, Musul’u harben / savaşarak almak olanaksız mıdır ?
Musul’u almak gayet kolay ve o cephedeki kuvvetlerimiz tamamıyla harekata
hazırdır.
(Afet İnan, G.M.K. Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, s.45)
——
İngilizler Musul ve Kerkük’ü kaybetmemek için çeşitli vaatlerle / söz vermelerle
Türk taraftarı aşiretlerin bir kısmını kendi taraflarına çekerken, direnenleri de
sürekli havadan uçaklarla bombalayıp, aşiretlere Türkiye size yardım edemez,
mesajı / iletisi verdiler.
İngilizler kendilerine direnen aşiretlere bombanın yanında bol bol da bildiri
atarak psikolojik harp / savaş yapmışlardı.
1925 de , Atatürk’ün Musul ve Kerkük’e girmeye hazırlandığı esnada İngiliz
destekli Şey Sait İsyanı çıkar. İsyan bastırıldıktan sonra Atatürk tekrar Musul-
Kerkük’e yönelir. Bu seferde Ordu Komutanları ve Kazım Karabekir Paşa istifa
eder / görevinde ayrılır.
1926 yılında Ankara anlaşması ile Musul – Kerkük üzerindeki haklarımızı
İngilizlere bırakılmak zorunda kalır.
(Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, s.217)
————————————
NAHÇIVAN – AZERBAYCAN
————————————
Atatürk 1921’de güven mektubu sunan Azerbaycan Büyükelçisi Abilof’a cevap
verir:
“Anadolu halkı Azerbaycan Türklerinin de bir daha esarete düşmemesini ve
haklarının ayaklar altına alınmamasını istemektedir. TBMM ve hükümetinin bu
konuda her türlü yardımı yapacağını arz ederim.”
Mustafa Kamal Atatürk’ün ” Türk Kapısı ” olarak nitelediği Azerbaycan
Cumhuriyetine bağlı Nahçıvan Özerk Bölgesi, Türk Cumhuriyetleri arasında
Türkiye ile fiziki bağlantısı bulunan tek devlet olması nedeniyle Azerbaycan için
özel bir anlam ve önem taşımaktadır.
Ermenistan ile İran arasında yer alan Nahçıvan, stratejik açıdan önemliydi.
Türkiye ile Türk Cumhuriyetler arasında bir bağlantı olmasını isteyen Mustafa
Kamal Atatürk, ilk önce İran ile toprak mübadelesi / değişimi yapma yoluna
gitti bu olmayınca da sınır hattındaki bu toprak parçasının ücretini Atatürk
kişisel olarak kendisi karşılayarak İran’dan satın almıştır.
Nahçıvan şehir merkezi ile Türkiye’nin Iğdır şehri arasındaki uzaklık 160 km olup
Türkiye ve Nahçıvan arasında 28.5.1992’de açılan Dilucu Sınır Kapısı ile
bağlanan 13 km.lik bir sınırımız bulunmaktadır.
—–
Sovyetler Birliği dağılırken, Ermeni birliklerinin saldırdığı Nahçıvan’a Türkiye
tarafından yardım, bu toprak sayesinde yapılmıştır. Doç. Dr. Ahmet Özgiray’ın
araştırma yazısına göre konu şu şekilde ceyran etmiştir:
Ağrı isyanları sırasında, isyancılar bizim tarafta sıkışınca İran’a kaçıyorlar,
durumu uygun görünce de tekrar geliyorlardı. Bu durumu İranlılara defalarca
iletmemize karşın, isyancılarla yeterli ölçüde mücadeleyi bir türlü
veremiyorlardı. Büyük Ağrı bizde Küçük Ağrı onlardaydı, sorunun en büyük
kaynağı da bu idi.
Bu konu uzun görüşmelere yol açtı ve sonunda çözüme ulaştı.
“ İlk yaklaşım 18.1.1932 de Tevfik Rüştü Bey’in Tahran’ı resmi ziyareti ile
başladı. 23 Ocak’ta Küçük Ağrı Bölgesi sınır düzeltmesi konusunda nihayet bir
antlaşma yapıldı.
( Tevfik Rüştü Aras : ( 1883 / 5.1.1972. 1920-1938 yılları arasında beş dönem
milletvekilliği, 1925-1939 yılları arasında Türkiye Dışişleri Bakanı )
——
Kürtler’e karşı stratejik önemi olan ve Türkiye’nin çok şiddetle istediği küçük
Ağrı Dağı’nı İran, Türkiye’ye vermeğe razı oldu. Fakat İran da bunun karşılığında
oldukça Güney’deki arazi parçasını aldı. Bir de Hakemlik Uzlaşma konularında
antlaşma yapıldı.
Türkiye Van’ın doğusundaki Katur sahasını İran’a bıraktı.
Yapılan hudut antlaşmasının karşılıklı onayları ve Hakemlik antlaşması da dahil
olmak üzere hepsi yürürlüğe girdi. Atatürk’ün gayretleriyle hem bölücü Kürt
sorununa çözüm bulduk hemde Nahçivanla sınır komşusu olduk.
—–
‘’ Azerbaycan’ın sevinci bizim sevincimiz , kaderi / yazgısı bizim kaderimiz /
yazgımızdır ! ‘’ M.Kemal .
———
KIBRIS
———
Atatürk Kıbrıs’ın stratejik önemine daima işaret etmiş ve Kıbrıs’ın kurtuluşu için
Kıbrıs Türklerini ve Kıbrıs’taki Türkçü hareketleri daima desteklemiştir. Atatürk
Kıbrıs için şunları söylemiştir :
“Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal /
bütünleme – tamamlama yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz.
Bu Ada bizim için çok önemlidir.”
ATATÜRK (Türk Silahlı Kuvvetleri 1930 Antalya tatbikatı)
—–
Atatürk, harf devriminden sonra yeni matbaa harflerini sipariş ettirirken / almak
için getirilmesini isterken ;
“Kıbrıs Söz gazetesinin siparişi de bizim tarafımızdan ödensin.
KIBRIS’TA TÜRK SESİ SÖNMESİN.” der.
—————————————–
HATAY’IN TÜRKİYE’YE KATILIŞI
—————————————–
” Hatay benim namusumdur…
Kırk asırlık Türk yurdu, düşman kalamaz! ” ATATÜRK
Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Hatay / İskenderun Sancağı Fransa ile
yapılan 1921 Ankara Antlaşmasıyla Türkiye sınırları dışında kalmıştı. Bölge
Suriye ile birlikte Fransız mandası altına girmişti.
Türkiye Hatay’daki Türklerin haklarının korunması ve bölgeye özerklik verilmesi
ile ilgili bazı maddeleri antlaşmaya eklemişti. Ankara Antlaşmasına göre bölgede
özerk bir yönetim kurulacaktı. Türk kültürünün gelişmesi için her türlü olanak
oluşturulacak ve Türkçe resmi bir niteliğe sahip olacaktı.
1920’li yıllarda Hatay ve çevresinin yönetimini idari olarak Suriye’den ayırmaya
başlayan Fransa’ya Suriye’den ciddi tepkiler geldi. Buna rağmen Fransa, Hatay
ve çevresini Kuzey Suriye Hükümeti olarak Milletler Cemiyetinde tescil ettirdi /
kayıt ettirdi.
Böylece İskenderun Sancağının özerkliği uluslararası alanda kabul edilmiş oldu.
Fransa 1935 yılında Suriye ve Lübnan üzerindeki mandasını / vekilliğini kaldırdı.
9.11.1936’da Suriye ile bir antlaşma yapan Fransa İskenderun dahil / içinde
bölgedeki tüm haklarını Suriye hükümetine devretti. Atatürk hasta olmasına
rağmen bu gelişmeleri yakından takip ediyor ve Hatay’ı Anavatana katmak için
fırsat kolluyordu.
Fransanın bu girişimine karşı Türkiye, Ankara antlaşmasının ihlal edildiğini /
bozulduğunu ifade etti / söyledi ve bu devir antlaşmasını tanımadığını ilan etti.
Fransa’ya diplomatik yoldan konunun çözülmesini önerdi.
Fransa bu teklifi / öneriyi reddetti. Bu gelişmeler üzerine 9.10.1936 tarihinde
Türkiye Fransa’ya bir nota vererek İskenderun’un da Suriye ve Lübnan gibi
bağımsız bir devlet olması gerektiğini bildirdi. Bu durum üzerine konu Milletler
Cemiyetine götürüldü. Milletler cemiyetinde İskenderun ve Antakya iç işlerinde
tam bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı özerk bir devlet olduğu kabul edildi.
Fransa Milletler Cemiyetinin bu kararının uygulamasını ağırdan alınca Türkiye
Hatay sınırına asker yığarak kararlılığını gösterdi.
Atatürk :
‘’ TBMM’nin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay’ı alacağım.”
diyerek Hatay’ı, Türkiye’ye katma kararlılığını bir daha göstererek hasta ve
yorgun olmasına rağmen Fransa’ya gözdağı vermek için 24.5.1938’de Adana’yı
ziyaret etti ve Türk Ordusuna Hatay’a girmek için hazır ol emri verdi ve Ordu
birliklerini denetledi.
Bu durum üzerine Fransa, Hatay ile ilgili tavrını yumuşatarak Hatay’daki valisini
çekerek yerine bir Türk vali atadı.
Daha sonra iki ülke arasında anlaşma yapılarak Hatay’ın toprak bütünlüğü ve
siyasi statüsünün ortaklaşa korunması kararlaştırıldı ve bu çerçevede 5.7.1938
de Türk askeri Hataya girdi.
Ağustos 1938’de Türkiye ile Fransa’nın gözetimi altında Hatay Meclisi seçimleri
kararı alınınca da, seçimlerin adil bir şekilde yürütülmesi ve seçim güvenliği için
Kurmay Albay Şükrü Kanatlı yönetiminde beş bin kişilik Türk Tugayı 5
Temmuz’da Atatürk’ün emriyle Payas ve Hassa’dan Hatay’a girmişti.
( Ahmet Şükrü Kanatlı : 1893 / 1954 . )
24 .8.1938’de yeni seçilen meclis 2 Eylül’de oy birliği ile Hatay Cumhuriyeti’ni
ilan etti ve Tayfur Sökmen Cumhurbaşkanı seçildi.
1938 Eylül’ünde ise Sancak Meclisi ilk toplantısını yaparak Hatay Cumhuriyetini
ilan etti.
29.6.1939 tarihinde Hatay Meclisi oy birliği ile aldığı bir karar ile Türkiye’ye
katıldı. Aynı gün Fransa ile Hatay’ın Türkiye’ye katıldığı ile ilgili bir antlaşma
yapıldı.
*Avrupalılar Çin’in kuzeyine “ Hıtay ” , Rusçada “ Kitay ” olarak isimlendirirler.
“ Hıtaylar ” ismini taşıyan yarı konar – göçer Türk toplumları 10. yüzyılda
Mançurya’yı ve Çin’in kuzeyini işgal etmişler ve burasının ismi “ Hıtay ”
kalmıştı.
Atatürk “ Hıtaylar ”ın Anadolu’ya da gelmiş olduklarına inanıyordu.
“ 40 asırlık Türk yurdu ” saydığı Antakya’ya Hatay ismini bu yüzden vermişti.
9.9. 1936 tarihinde Fransa Suriye ile antlaşma yaparak Suriye’ye bağımsızlık
verilmesini kabul etti, fakat özel statüye sahip İskenderun Sancağı’nın durumu
göz ardı edildi. Bu durumda, Atatürk’ün emri ile Türkiye 9.10.1936’da Fransa’ya
nota verdi.
Konu ;
Türkiye ve Fransa arasında alınıp, verilen notalar sonucunda varılan mutabakata
göre Milletler Cemiyetine taşındı. Atatürk, 1.11.1936’da T.B.M.M’nin açılışında
sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Ertesi gün Atatürk
sancağa “ Hatay ” adını verdi. Aralık 1936’da şeklini belirlediği Hatay Bayrağını
Hataylılara armağan etti.
2.9.1938 günü Hatay Devleti kuruldu ve Devletin adı “Hatay” olarak kabul
edildi.
Hatay Millet Meclisi, 29 .6.1939’da oy birliği ile Türkiye’ye katılma kararı aldı.
23.7.1939’da Pazar günü saat 11.40’ta yapılan Anavatana katılış töreninde,
Antakya’da kışladan Fransız bayrağı indirilerek Türk Bayrağı çekildi. Böylece,
Türkiye’nin 67’nci Vilayeti kurulmuş oldu.
—————-
Devamı 2 de .