( 30.9.1207 / 12.1.1231)
“ Yaratılmışların en değerlisi İnsandır . ”
—
Felsefesine / düşünce sistemine ve engin bir insan sevgisine sahip olan
Mevlana, yüzyıllardır hoş görünün, kardeşlik ve barışın simgesi olmuştur.
—
Mevlana 30 .9. 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan
Horasan Ülkesi’nin Belh şehrinde doğmuştur.
Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden Hüseyin Hatibi oğlu Bahaeddin
Veled’tir. ( Bilginler sultanı )
Büyükbabası, Ahmet Hatibi oğlu Hüseyin Hatibi’dir.
Annesi ise Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur.
Babaannesi, Harezmşahlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk
prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır
1inci eşi : Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun.
Çocukları : Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi.
2 inci eşi : Kerra Hatun.
Çocukları : Muzaffereddin , Emir Alim Çelebi ve kızı Melike Hatun.
——–
Moğol baskınlarında Belh’den ayrılıp ve Nişabur ‘a yerleştiler.
Mevlana , mutasavvıf / İslam gizemcisi – sufi Feridüddin Attar’ın öğrencisi
oldu.
Feridüddin Attar Mevlana için babasına ;
—
“Bu senin oğlun çok zaman geçmeyecek, alemde / dünyada yüreği yanıkların
yüreğine ateşler salacaktır ” demiştir.
(Cami, s. 460; Devletşah, s. 193 )
—
1222 yıllarında Karaman’a yerleştiler.
Anadolu ‘ nun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti’nin egemenliği altında idi.
Devletin hükümdarı Alaeddin Keykubad ‘ın çağrısı ile Konya’ya yerleştiler.
Mevlana, kamil / olgunluk anlamında alim, sufi ve şairlik özelliklerine sahip bir
kişiliktir. İlk öğrenimini bilginlerin sultanı olan babasından almıştır.
Yaşamı yorumlayışının temelinde en olumsuz durumlarda bile olumlu yönlerin
ve gelişmelerin olabileceği anlayışı yatmaktadır.
—
‘’ Gel, gel, ne olursan ol yine gel.
İster kafir / inkarcı , ister Mecusi / Mecusi dininden ol, ister puta tapan ol yine
gel.
Bizim dergahımız , ümitsizlik dergahı değildir.
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel… ‘’
( Dergah : Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ettikleri ve törenler yaptıkları
yer. Tekke .
—
‘’ Bir katre / damla olma, kendini deniz haline getir.
Mademki denizi özlüyorsun, katreliği yok et gitsin beri / bu yana – yakına gel,
beri / bu yana – yakına !
Daha da beri / bu yana – yakına !
Niceye / nereye kadar şu yol vuruculuk?
Mademki sen bensin, ben de senim, niceye / nereye kadar şu senlik benlik… ‘’
—
15 .11.1244 de Şems-i Tebrizi ile karşılaşması Mevlana’nın hayatında bir
dönüm noktası oluşturur.
Mevlana , Şems’in Konya’ya gelmesinden sonra vaazlarını, medresedeki
dersleri, müridleri irşadı / doğru yolu göstermeyi, uyarmayı bir yana bırakmış,
ilahi aşk ve vecdi terennüm eden / kendinden geçecek kadar coşkuyu –
heyecanı anlatan asıl Mevlana bu dönemde doğmuştur.
Mevlana ile Şems arasındaki ilişkiyi Hz. Musa – Hızır ilişkisine benzeten Sultan
Veled, Hz. Musa’nın peygamber olmasına rağmen Hızır’ı araması gibi
Mevlana’nın da zamanında ulaştığı makama ulaşmış hiçbir kimse bulunmadığı
için Şems’i aradığını söyler. ( İbtidaname, s. 48 )
Sultan Veled, Şems’in kaybolmasının ardından babasının aşkla şiirler söylemeye
başladığını ve gece gündüz hiç ara vermeden sema yaptığını belirtmektedir.
( İbtidaname / Başlangıç mektubu , s. 65, 69)
—
‘’ Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze / süsle kendini
Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil…’’
—
Kısa bir dönem birlikte oldular ve Şemsin ani ölümü ile yıkılan Mevlana ,
Toplum hayatından kaçıp tek başına yaşamaya başladı.
( Bilgi notu :
Oğlu Sultan Veled babasının Şems-i Tebrizi’yi güneşe, Selahaddin-i Zerkub’u
aya, Hüsameddin Çelebi’yi de yıldıza benzettiğini ve onu meleklerle aynı
mertebede / seviyede gördüğünü kaydeder.
İbtidaname/ Başlangıç mektubu s. 143)
Kendisini ;
“ Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlana, 17.12. 1273 de
yaşama veda etti .
Mevlana ölümü, kavuşma vakti , yeniden doğuş günü / düğün günü / düğün
gecesi / Şebi Arus olarak tanımlıyordu.
————
VASİYETİ
————
‘’ Dünyevi ve manevi yolculuk için ilahi aşk gereklidir.
Kul benliğinden sıyrılmakla gerçek anlamda irade hürriyetine kavuşmaktadır.
Size, gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı,
isyan ve günahları terk etmeyi, oruç tutmayı, namaza devam etmeyi, sürekli
olarak şehveti terk etmeyi, bütün yaratıklardan gelen cefaya / zulüme
katlanmayı , bilgisizlerle oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte
bulunmayı vasiyet ediyorum / bırakıyorum.
—
‘’ İnsanların en güzeli , insanlara yararı olandır.
Sözün en güzeli , az ve anlaşılır olanıdır. ’’
————-
Mevlana’ya göre her ne kadar görünüşte ayrılık olsa da varlıkta birlik /
Vahdet – i vücud esastır.
Mevlana’daki dini – tasavvufi düşüncenin kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir.
—
“ Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim ben.
Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım …”
—
beyitiyle bunu dile getirmiştir.
—
“ Pergel gibiyim , bir ayağımla Kur’an üstünde sağlamca durduğum halde
öbür ayağımla yetmiş iki milleti dolaşıyorum.”
—
‘’ Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz.
Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz… ‘’
diyerek insanlığı kucaklayabildiğini belirtmiştir.
—
‘’ Güneş olmak ve altın ışıklar halinde.
Ummanlara / denizlere ve çöllere saçılmak isterdim.
Gece esen ve suçsuzların ahına karışan, ( bedduasına )
Yüz rüzgarı olmak isterdim…. ‘’
—
Mevlana’nın 7 öğüdü ;
* Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol.
* Şefkat / karşılıksız sevgi ve merhamette / acımada güneş gibi ol.
* Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
* Hiddet / öfke – kızgınlık ve asabiyette ölü gibi ol.
* Tevazu / büyüklenmemekte ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol.
* Hoşgörülülükte deniz gibi ol.
* Ya göründüğün gibi ol , yada olduğun gibi görün .
————-
ESERLERİ
————-
Mevlana’nın şiirleri ve mektupları arasında Arapça olanlar bulunmakla birlikte
eserleri Farsça’dır.
1. DİVANI – KEBİR / Divanı Şems-i Tebrizi . Ulu divan .
( Divan : Divan edebiyatı şairlerinin şiirlerini topladıkları eser. İ.Kulaçoğlu )
Gazel ve rubailerden meydana gelen eser çok geniş bir hacme sahip
olduğundan Divan-ı Kebir, gazellerde genellikle Şems, Şems-i Tebrizi mahlasları
/ takma isimleri kullanıldığından Divan-ı Şems, Divan-ı Şems-i Tebrizi adıyla
anılmaktadır.
Şiirlerin çoğu Mevlana’nın Şems ile buluşmasından sonraki döneme aittir.
Gazellerde mahlas / takma isim olarak Selahaddin / Selahaddin-i Zerkub,
Hüsameddin Çelebi isimlerine de rastlanır.
Ayrıca “ Hamuş ” mahlasının kullanıldığı şiirler de vardır.
Bunlardan daha çok zahidane / yakışır olanlarının ilk dönemde söylendiği
sanılmaktadır.
Eserdeki rubailer ayrı bir kitap olarak da derlenmiştir.
( Gazel : Divan edebiyatında 5-10 beyit arasında değişen, ilk beytinin dizeleri
birbiriyle, sonraki beyitlerinin ikinci dizeleri birinci beyitle uyaklı, genellikle lirik
konularda yazılan nazım / şiir biçimi.
Rubai : Divan edebiyatında dört dizeden oluşan ve belirli aruz kalıpları ile
yazılan şiir, dördül.
Zahit : Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirenler.)
İ.Kulaçoğlu
—
2. MESNEVİ .
Tasavvufi düşüncenin bütün konularını içermekte ve İslam kültürünün en
önemli eserleri arasında sayılmaktadır.
1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanılan Mesnevi, 1264-1268 yılları
arasında sona erdi.
Diğer mesnevilerden ayırt edilmesi için Mes̱nevi -i Mevlevi, Mes̱nevi-i
Maʿneviye Mes̱nevi -i Şerif gibi isimlerle de anılan eser müellifi / yazarı
tarafından “ Keşşafü’l-Ḳurʾan / Kur’an-ın Keşfi ”, “ Fıḳh-ı Ekber / Büyük – Yüce
amacı anlama , bilme ”, “ Ṣayḳalü’l – ervaḥ / canlar – ruhlar ” ve
“ Ḥüsaminame / Keskin kılıç mektubu ” gibi lakaplarla da adlandırılmıştır.
( Mesnevi : Her beyti ayrı uyaklı bir divan edebiyatı nazım biçimi. Bu türdeki
eserlerin genel adıdır.) İ.Kulaçoğlu
—
3. FİHİ MA FİH. / Ne varsa içindedir.
( İçindeki İçindedir, içinde her şey var, her şey ondadır. )
Mevlana’nın sağlığında oğlu Sultan Veled veya bir başka müridi tarafından
kaydedilen sohbetlerinin / konuşmaların , sorulan sorulara verdiği cevaplarının
ölümünden sonra derlenmesinden – toplanmasından meydana gelmiştir.
Ders notları türünün Anadolu’daki ilk örneğidir.
Mevlana’nın diğer eserlerinden, babasının Maarif’inden ve Tebrizli Şems’in
Makalat’ından / makalelerinden / konuları açıklayıcı veya yorumlayıcı
yazılarından izler taşımaktadır.
( Makalat : Alevi-Bektaşi inancındaki dört kapı ve kırk makam Makalat’ın ana
konusudur.) İ.K
—
4. MECLİSİ SEBA . ( 7 dostlar toplantısı )
Mevlana’nın vaaz ve sohbetlerinde yaptığı konuşmalardan oluşmaktadır.
Bu konuşmalarda konuyla ilgili ayet ve hadislerin açıklanmasının yanı sıra
Senai , Attar gibi şairlerin şiirlerine, Mes̱nevi’de anlatılan bazı hikayelere ve
Divan-ı Kebir’den şiirlere de yer verilmiştir.
Eser, Feridun Nafiz Uzluk tarafından Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’ndeki
788 (1386) tarihli nüshası / basımı esas alınarak iki defa neşredilmiştir /
yayınlanmıştır.
İlkinde bir giriş yazısı ile Türkçe tercümesi / çevirisi bulunmakta (Ankara 1355),
ikincisinde Uzluk’un 108 sayfalık notu ve M. Hulusi’nin Türkçe tercümesi /
çevirisi yer almaktadır (Mevlana’nın Yedi Öğüdü, İstanbul 1937).
Abdülbaki Gölpınarlı Konya nüshasını esas alıp eseri Türkçe’ye çevirmiştir
(Mecalis-i Seb‘a [Yedi Meclis], Konya 1965; 2. bs., İstanbul 1994). —
5. MEKTUBAT / Mektuplar – Yazılı kağıtlar .
Mevlana’nın değişik sebeplerle çeşitli kimselere yazdığı mektuplardan
oluşmaktadır.
Bunların arasında yakınlarına, çocuklarına ve müridlerine gönderilenler
bulunmakla birlikte çoğu yöneticilere ihtiyaç sahiplerinin taleplerini / isteklerini
bildirmek maksadıyla kaleme alınmıştır.
( Mürid-t : Bir tarikat şeyhine bağlanarak ondan tasavvufun yollarını öğrenen,
onun doğrultusunda ilerleyen kimse .
Tasavvuf : Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dini ve felsefi akım.
Tarikat : Aynı dinin içinde birtakım yorum ve uygulama farklılıklarına dayanan,
bazı ilkelerde birbirinden ayrılan Tanrı’ya ulaşma ve onu tanıma yollarından her
biri. ) İ.Kulaçoğlu
Eser, Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir nüshası (Nafiz Paşa, nr. 1055) esas
alınarak Feridun Nafiz Uzluk tarafından yayımlanmış.
(Mektubat-ı Mevlana Celaleddin, İstanbul 1937),
Ardından bu matbu / basılı eserle Konya Mevlana Müzesi’ndeki (nr. 1102/52)
nüshası / kopyası karşılaştırılıp farklılıklar eserin sonuna eklenmiştir.
Ancak bu neşirde / yayında birçok hata vardır.
Kitap, İran’da Feridun Nazif Uzluk’un neşri esas alınıp hataların bir kısmı
düzeltilerek Yusuf-i Cemşidipur ve Gulam Hüseyin Emin ile (Tahran 1335 hş.)
Hüseyin Daniş (Tahran 1984) tarafından bastırılmıştır.
Son olarak İran’da Tevfik Sübhani’nin Konya Mevlana Müzesi’ndeki 751 (1350)
tarihli nüshayı (nr. 79) esas alıp yaptığı neşir (Mektubat-ı Mevlana Celaleddin-i
Rumi , Tahran 1371 hş.) en güvenilir olanıdır.
Eseri Abdülbaki Gölpınarlı , muhtelif / çeşitli kütüphanelerdeki altı nüshasına
dayanarak Türkçe’ye çevirmiştir (Mektuplar, İstanbul 1963).
—
Mevlana’ya nisbet edilen / dayandırılan küçük ve büyük olmak üzere iki evrad –
evrat / dua ve ayetler bulunmaktadır.
Bazı dua ve surelerin belli tertip / düzenleme üzere bir araya getirilmesinden
oluşan bu evradlar Evrad-ı Kebir ve Evrad-ı Ṣagır-i Ḥazret-i Mevlana adıyla bir
arada basılmıştır (İstanbul 1302).
Ḥaḳaiḳ-i Eẕkar-ı Mevlana ismiyle de anılan evradların / dua ve ayetlerin Ali Feyzi
b. Osman ile Muhammed Fazıl el-Mevlevi tarafından yapılan iki ayrı Türkçe
tercüme / çeviri ve şerhi de / açık ve ayrıntılı anlatısı basılmıştır.
—
Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Mevlana’nın
800’üncü doğum yılı olan 2007 yılını ‘’ Mevlana Yılı ‘’olarak ilan etmiştir.
——————–
Mesnevi ‘den :
KÖR, SAĞIR VE ÇIPLAK
——————————
Sebe şehri, çok büyük bir şehirdi.
Öylesine büyüktü ki, büyüklüğü bir tepsi kadardı.
Bu ulu ve büyük şehir, çok uzun olmasının yanında, çok da sağlamdı.
Ama sağlamlığı bir soğan kadardı.
Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı.
Fakat hepsi üç kişiden ibaretti.
Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.
Bir gün üçü bir aradayken kör ;
“Bakın şu taraftan atlı askerler geliyor. Hangi milletten, kaç kişi olduklarını
görüyorum” dedi.
—
Sağır ;
“Evet , ben de seslerini duyuyorum, gizli açık ne konuşuyorlarsa işitiyorum”
dedi.
—
Çıplak ;
“Eğer buraya gelirlerse şu uzun eteğimden keserler diye korkuyorum” diye
söyledi.
—
Kör;
“İşte yaklaştılar, haydi bizlere zararları dokunmadan kaçalım” diye arkadaşlarını
uyarınca.
—
Sağır ;
“Evet, gürültüleri iyice yaklaştı” dedi.
—
Çıplak ;
“Haydi onlar bizi soymadan uzaklaşalım buralardan” diyerek harekete geçtiler.
—
Birlikte panik halinde şehri terk ederek, bir köye sığındılar.
Karınları iyice acıkmıştı.
O köyde, çok semiz bir kuş buldular.
Fakat kuşun zerre kadar eti yoktu. O kuşu, oturup yediler.
Karnı doymuş filler gibi şiştiler. Şişmanladılar. Adeta birer fil gibi irileştiler.
Dünyaya sığmayacak bir duruma geldiler. Daha sonra, o kocaman gövdeleriyle
bir kapı çatlağından geçerek kayboldular.
—————————–
* Bu hikayedeki sağır;
Hayattan çok şey isteyen, gözü doymayan, başkalarının ölümünü duyup, kendi
ölümünü düşünmeyen insandır.
—
* Uzağı gören kör de, hırs sahibi insanı temsil eder.
Hırs sahibi insanlar kendi ayıplarını görmez, başkalarındaki kıl kadar hatayı
araştırıp, ortaya dökerler.
—
* Çıplak ise, gözü dünyadan başka bir şey görmeyenlerin durumuna örnektir.
Dünyaya çıplak gelip, çıplak gideceğini bilen insan, nasıl olur da dünyevi
kaygılarla kendini bitirir , yok eder, öldürür?
—
Kıssadan hisse :
———————
Dünya hayatı bir rüyadan ibaret olduğu gibi, dünyada servet sahibi olmak,
rüyada define bulmaya benzer.
Bu hikayedeki kapı çatlağından maksat, ölümdür.
Ölüm yolu gizli, görünmez bir yoldur.
İnsanlar doğarken ölümle nişanlanır, ölürken de evlenmiş olurlar.
Gelinin süslenip koca evine götürüldüğü gibi, insanlar da ölünce techiz / gömü
için gereken şeyleri tamamlamak ve tekfin edilip / kefenlenerek ahirete yolcu
edilir.
——————
ÖĞRENDİM
Mevlana’dan
——————
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
—
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
—
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
Öğrendim.
—
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını,
Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…
—
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanin içinde
İyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
—
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
Öğrendim.
—
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
—
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
gerektiğini öğrendim.
—
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin/ BÖLÜŞMENİN , bolca üretmek kadar
Önemli olduğunu öğrendim.
—
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
—
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…
—
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
—
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
Olduğunu öğrendim.
—
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
Sürmemek olduğunu öğrendim.
—
Gerçeği öğrendim bir gün…
Ve gerçeğin acı olduğunu…
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
Lezzet kattığını öğrendim.
—
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
Hayatı tadacağını öğrendim.
—
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya…
Kalp durur…
Akıl unutur…
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur…
————————
MEVLANA ‘ DAN :
————————
“ ey sevgili …
* Heyben acıyla dolar da nefes alamazsan gel , huzur bulacağın kıyılarım senindir ;
* Umutların solar kurur da su bulamazsan , beraber sulayalım gözyaşlarım senindir ;
* Kanadın kırılır da maviye uçamazsan ne güne duruyor al , kanatlarım senindir ;
* Çaresiz çilelere bir umut bulamazsan kendime ettiğim dualarım senindir. “
—–
***** Umudunu yitirdiğinde , kalbine yerleşen hüzünlerin varlığını derinden hissettiğinde , hayata mana arayacak kadar yetersiz hissettiğinde , sevilmediğinde , hayatın yorgunluğunda , haksızlığın ortasında unutma !
Çünkü ne senden başkası ne de geçen zamanın yerine konması var .
—————————-
DİNLEMEK ZEKATTIR
—————————-
ZEKAT ; Sadece para vermek demek değil !
Gülümseme , selamlaşma , ilgili olma ve DİNLEMEK !
———
‘’ Kim olursan ol , GEL ‘’ diyebilen Gönüller sultanı Mevlana’nın sözlerine kulak verelim ;
• Onun derdine kulak astın, sıkıntılarını dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin
bir zekattır. (Mesnevi, 3/483)
—
• Gönül hastalarının dertlerini dinler; yüce canın su ve toprak ihtiyacını
anlarsan, bu, bir zekattır. (Mesnevi, 3/484)
—
• Dertli adamın kararsızlıkla dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır.
Dertlerini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun. (Mesnevi, 3/485)
—
• Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman
azalır. (Mesnevi, 3/486)
—
Ne kadar güzel konu başlığı ….
Ne tefsir / yorumlama kitaplarında ne de her türlü basın -yayın organında bu
güne kadar hiç işlenmemiş !!
—
ŞEKİLCİLİK , İTİLEŞME içinde olanların ve İLİM SAHİBİ gibilerin AKILLARINA
gelmeyen İSLAMİ düşünce sisteminin en önemli konu başlıklarından .
—
NİTELİKLİ İNSANDA OLMASI GEREKEN VASIFLARDAN !
—
İLKEL İNSANLAR olarak düşünülen ABORJİNlerde ” DİNLEYİCİ ” diye
isimlendirilen ve işi DİNLEMEK olan insanlar var !!
Ne güzel bir isim !
DİNLEYİCİ …..
Günümüzün psikologları !!
———-
Kaynak
———-
İslam ansiklopedisi
Mesnevi’de Geçen Hikayeler – Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi.
http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/mevlana-celaleddini-rumi-muhammed
Köprülü, Fuat (1966). Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı (1985). Mevlânâ Celâleddîn. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Resim : Tarih aklı .
Sadeleştirme ve bilgi notları ekledim .
Sevgi ve hoşgörü dolu yüreklere SELAM OLSUN.
İdris Kulaçoğlu . 8.4.2013 / 18.1.2021 çalışma odam. 05:42